Bir çiftçi, yerde bulduğu bir kartal yumurtasını, tavuk yumurtası sanarak çiftliğine götürmüş.Kuluçkaya yatan tavuğun altına koymuş. Tavuk, kartal yumurtasını da kendi yumurtası sanarak kuluçka döneminde koruyucu kanatları altında tutmuş. Civcivler ve kartal yavrusu yumurtadan çıkmış. Kartal yavrusu, tavukların ve civcivlerin davranışlarını taklit ederek kanat çırpmış, eşinmiş, darı tanelerini ve solucanları yemiş. Kendisinin bir tavuk olmadığını düşünmek aklına bile gelmemiş. Bir gün küçük kartal gökyüzünde uçan kocaman bir kuş görmüş. Kuş o kadar güzel uçuyormuş ki adeta gökyüzünün hakimi gibi davranıyormuş. Bu olağanüstü yaratığa hayranlıkla bakmış. En yakınındaki tavuğa bu kuşun ne olduğunu sormuş. "Ona KARTAL derler. O, tüm kuşların babasıdır. Herkes ondan korkar ve ona saygı duyar." yanıtını almış. "Ben de kartal olmak istiyorum" demiş küçük kartal. "Saçmalama" demiş tavuk ve devam etmiş:
"Haddini bil. Sen asla kartal olamazsın. Sen bir tavuksun. Bunu kabul et." Küçük kartal boynunu eğerek, toprağı eşelemiş. "Galiba haklısın." demiş. Küçük kartal yaşamı boyunca tavukların arasında yaşamış, gökyüzünde özgürce dolaşabileceğini bilmeden. Kendi gücünü görmeden, beş on santimetre yükseğe kadar kanat çırpıp daha fazlasını yapabileceğini, gökyüzüne ulaşabileceğini hiç düşünmemiş.
8 Ekim 2007 Pazartesi
9 Ağustos 2007 Perşembe
MDI Formlarda Parent Formun Arka Planını Değiştirme
Bu yazımda MDI formlarda parent formun arkaplan rengini değiştirmeyi anlatmaya çalışacağım. Eminim ki birçoğunuz parent formun arkaplan rengini ve ya resmini değiştirmeyi properties penceresinde ve kod tarafında denedi ama muhtemelen olmadı. Yaptığım bir projede bunu kullanmam gerekmişti. Aşağıdaki kodların işe yaramadığını görmüş olabilirsiniz. (Visual Studio .Net 2005’te öyle)
this.BackgroundImage = Image.FromFile("C:\\Resim.jpg");
this.BackColor = Color.Blue;
Ben yaptığım projede bazılarınızın da aklına geldiği gibi kalıtım kullandım. Ama kalıtımda da yukarıdaki kodları doğrudan yazınca (sadece renk değiştirmede) işe yaramıyor. Bunun için uyguladığım yöntemi kodları kısaltıp size aktarmak istiyorum.
İlk olarak MdiBackGround isimli yeni bir Windows projesi oluşturalım. Ve Form1’in kodlarını aşağıdaki gibi yazalım. (Form1 miras alınacak sınıf olarak kullanılacak)
this.BackgroundImage = Image.FromFile("C:\\Resim.jpg");
this.BackColor = Color.Blue;
Ben yaptığım projede bazılarınızın da aklına geldiği gibi kalıtım kullandım. Ama kalıtımda da yukarıdaki kodları doğrudan yazınca (sadece renk değiştirmede) işe yaramıyor. Bunun için uyguladığım yöntemi kodları kısaltıp size aktarmak istiyorum.
İlk olarak MdiBackGround isimli yeni bir Windows projesi oluşturalım. Ve Form1’in kodlarını aşağıdaki gibi yazalım. (Form1 miras alınacak sınıf olarak kullanılacak)
using System; using System.Collections.Generic; using System.ComponentModel; using System.Data; using System.Drawing; using System.Text; using System.Windows.Forms; using System.Drawing.Drawing2D; namespace MdiBackGround { public partial class Form1: Form { public Form1() { InitializeComponent(); } protected override void OnPaint(PaintEventArgs e) { //if (!DesignMode)//eğer tasarım anında hata olursa bunu aktifleştirin. PaintBackground(e.Graphics); } [DefaultValue(false)] public new bool IsMdiContainer { get { return base.IsMdiContainer; } set { base.IsMdiContainer = value; if (!value) return; for (int i = 0; i < this.Controls.Count; i++) { MdiClient mdiClient = this.Controls[i] as MdiClient; if (mdiClient != null) { mdiClient.Paint += new PaintEventHandler(this.MdiClient_Paint); break; } } } } private void MdiClient_Paint(object sender, PaintEventArgs e) { //if (!DesignMode)//eğer tasarım anında hata olursa bunu aktifleştirin. PaintBackground(e.Graphics); } private void PaintBackground(Graphics g) { //this.BackgroundImage = Image.FromFile("C:\\Resim.jpg"); //Burada doğrudan bu yazılınca çalışıyor. Rectangle rect = this.ClientRectangle; rect.Inflate(2, 2); SolidBrush sb = new SolidBrush(Color.Blue); g.FillRectangle(sb, rect); sb.Dispose(); } } }
Kategori/Etiket:
c#,
form programming,
veritabanı,
yazılım,
Yazılım & Veritabanı
21 Haziran 2007 Perşembe
Adapazarı Tarihi
Tarihi kaynaklar bize, Adapazarı yerleşim bölgesinde önceleri Bitinya'lıların, ardından Bizanslıların yaşadıklarını bildirmektedir.
Öte yandan, ilim adamlarının yaptıkları araştırmalara göre; Sakarya Nehri’nin birkaç asır öncesine kadar, diğer kolunun Beşköprü’nün altından geçip Çark Deresi’yle birleşerek şehrin batı yakasında iki farklı koldan aktığı tespit edilmiştir. 1324’de Orhan Gazi zamanında Bizanslılardan fethedilen yerleşim birimlerine “Ada Karyesi” (Adaköy) adının verilmesi, söz konusu bilgileri doğrulamaktadır. Halen mevcudiyetini koruyan Orhan Camii, deprem ve yangınlarla mimarisi değişse de, Osmanlı Fethinin en önemli ayak izlerini taşımaktadır.
Başta Gubarizadeler, Arapzadeler, Abasıyanıkzadeler ve Rençberzadeler olmak üzere 12 aile tarafından kurulan köy; bölgede ziraatın canlanması üzerine pazarıyla ilgi çekmiş, ardından bölgede nüfus artmaya başlamış, 16’ncı yüzyılda “Ada Nahiyesi”ne dönüşmüş, 18’nci yüzyılda Kocaeli vilayetine bağlı “Ada Kazası” adını almıştır.
Bölgenin zirai ve ticari yapısına göre şekillenen yerleşim; Semerciler, Tığcılar, Hasırcılar, Papuçcular ve Çıracılar adını taşıyan mahalleler kurulması ve Sakarya Nehri’nin iki kolu arasında kurulan pazarıyla, gerçek bir “Adapazarı” hüviyeti kazanmıştır.
1868 yılında “Adapazarı Belediyesi” adıyla belediye teşkilatı kurulan ilçe, “93 Harbi” diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında, bilhassa Kafkas ve Balkanlar’dan yoğun göçe maruz kalmış ve bir nevi “Der Seadet” (huzur yurdu) hüviyetini kazanmıştır.
I.Cihan Harbi sırasında üç kez Yunan ve onların işbirlikçisi çetelerin işgaline maruz kalan Adapazarı, bölgedeki Milis Kuvvetleri sayesinde 21 Haziran 1921 tarihinde düşman işgalinden kurtarılmıştır.
“Akova” adıyla bilinen ve ülkenin en verimli ovasında ziraat ağırlıklı bir gelişme gösteren Adapazarı’na, 1940 ve 1950 yıllarında bilhassa Karadeniz sahillerinden, Bulgaristan ve Yunanistan’dan yoğun göçler olmuştur.
Şeker Fabrikası, Ziraat Aletleri Fabrikası ve Vagon Fabrikası Adapazarı'nda sanayinin gelişmesine öncülük ederken köyden kente göçü de hızlandırmıştır.
17 Haziran 1954 tarihinde TBMM’de kabul edilen kanunla, Kocaeli Vilayeti’nden ayrılarak merkez ilçesi Adapazarı olan Sakarya Vilayeti kurulmuştur.
17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan Marmara Depremi Adapazarı’nda büyük can ve mal kaybına yol açmıştır. Resmi kayıtlara göre 3.891 insanımız hayatını kaybetmiş, 5.185 kişi de yaralanmıştır. Sakarya ili içinde 81.702 konut ve işyeri çeşitli düzeylerde hasar görmüştür.
6 Mart 2000 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 593 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Büyükşehir Belediyesi” kurulmuş, Adapazarı Belediyesinde Büyükşehir Belediyesi’nin “Merkez” isimli alt kademe belediyesine dönüştürülmüştür.
Bu tarihten ilk mahalli idari seçimlere kadar (28.03.2004) Adapazarı Merkez Belediyesi’ne ait görev ve yetkiler Büyükşehir Belediyesi’nce yerine getirilmiştir. 22.10.2000 tarihinde yapılan son nüfus sayımı sonuçlarına göre, Adapazarı Merkez nüfusu 158.474, Büyükşehir nüfusu ise 303.989’dir.
Adapazarı, farklı kültürlerdeki insanların huzur içinde yaşadığı, ticaret ve sanayi yönünden hızla gelişen, zengin güzellikleri ve sevecen insanlarıyla modern bir Anadolu şehridir.
from : Adapazarı Merkez Belediyesi
Öte yandan, ilim adamlarının yaptıkları araştırmalara göre; Sakarya Nehri’nin birkaç asır öncesine kadar, diğer kolunun Beşköprü’nün altından geçip Çark Deresi’yle birleşerek şehrin batı yakasında iki farklı koldan aktığı tespit edilmiştir. 1324’de Orhan Gazi zamanında Bizanslılardan fethedilen yerleşim birimlerine “Ada Karyesi” (Adaköy) adının verilmesi, söz konusu bilgileri doğrulamaktadır. Halen mevcudiyetini koruyan Orhan Camii, deprem ve yangınlarla mimarisi değişse de, Osmanlı Fethinin en önemli ayak izlerini taşımaktadır.
Başta Gubarizadeler, Arapzadeler, Abasıyanıkzadeler ve Rençberzadeler olmak üzere 12 aile tarafından kurulan köy; bölgede ziraatın canlanması üzerine pazarıyla ilgi çekmiş, ardından bölgede nüfus artmaya başlamış, 16’ncı yüzyılda “Ada Nahiyesi”ne dönüşmüş, 18’nci yüzyılda Kocaeli vilayetine bağlı “Ada Kazası” adını almıştır.
Bölgenin zirai ve ticari yapısına göre şekillenen yerleşim; Semerciler, Tığcılar, Hasırcılar, Papuçcular ve Çıracılar adını taşıyan mahalleler kurulması ve Sakarya Nehri’nin iki kolu arasında kurulan pazarıyla, gerçek bir “Adapazarı” hüviyeti kazanmıştır.
1868 yılında “Adapazarı Belediyesi” adıyla belediye teşkilatı kurulan ilçe, “93 Harbi” diye bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonrasında, bilhassa Kafkas ve Balkanlar’dan yoğun göçe maruz kalmış ve bir nevi “Der Seadet” (huzur yurdu) hüviyetini kazanmıştır.
I.Cihan Harbi sırasında üç kez Yunan ve onların işbirlikçisi çetelerin işgaline maruz kalan Adapazarı, bölgedeki Milis Kuvvetleri sayesinde 21 Haziran 1921 tarihinde düşman işgalinden kurtarılmıştır.
“Akova” adıyla bilinen ve ülkenin en verimli ovasında ziraat ağırlıklı bir gelişme gösteren Adapazarı’na, 1940 ve 1950 yıllarında bilhassa Karadeniz sahillerinden, Bulgaristan ve Yunanistan’dan yoğun göçler olmuştur.
Şeker Fabrikası, Ziraat Aletleri Fabrikası ve Vagon Fabrikası Adapazarı'nda sanayinin gelişmesine öncülük ederken köyden kente göçü de hızlandırmıştır.
17 Haziran 1954 tarihinde TBMM’de kabul edilen kanunla, Kocaeli Vilayeti’nden ayrılarak merkez ilçesi Adapazarı olan Sakarya Vilayeti kurulmuştur.
17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan Marmara Depremi Adapazarı’nda büyük can ve mal kaybına yol açmıştır. Resmi kayıtlara göre 3.891 insanımız hayatını kaybetmiş, 5.185 kişi de yaralanmıştır. Sakarya ili içinde 81.702 konut ve işyeri çeşitli düzeylerde hasar görmüştür.
6 Mart 2000 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan 593 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Büyükşehir Belediyesi” kurulmuş, Adapazarı Belediyesinde Büyükşehir Belediyesi’nin “Merkez” isimli alt kademe belediyesine dönüştürülmüştür.
Bu tarihten ilk mahalli idari seçimlere kadar (28.03.2004) Adapazarı Merkez Belediyesi’ne ait görev ve yetkiler Büyükşehir Belediyesi’nce yerine getirilmiştir. 22.10.2000 tarihinde yapılan son nüfus sayımı sonuçlarına göre, Adapazarı Merkez nüfusu 158.474, Büyükşehir nüfusu ise 303.989’dir.
Adapazarı, farklı kültürlerdeki insanların huzur içinde yaşadığı, ticaret ve sanayi yönünden hızla gelişen, zengin güzellikleri ve sevecen insanlarıyla modern bir Anadolu şehridir.
from : Adapazarı Merkez Belediyesi
15 Haziran 2007 Cuma
Gül Bahçesi
Delikanlı yıllar sonra doğduğu kasabaya döner. Sabah uyandığında aklına yıllar önce evlenmek istediği, kasabanın güzel kızı gelir. Kızın güzelliği çevre kasaba ve şehirlerde bile dillerdedir ve kimler istediyse kız bir türlü olumlu yanıt vermemiştir.
Otelden çıkar ve gördüğü yaşlı adama kızı sorar. Yaşlı adam az ilerde güzel bahçe içinde bir ev gösterir, kızın orada oturduğunu söyler.
Delikanlı merak eder, kızın nasıl biriyle evlendiğini. Bir köşede beklemeye baslar, bir müddet sonra yaşlıca kel pekte hoş görünmeyen bir adamı yolcu eder kız kapıdan... Üstelik zengin bir adam da değildir. Adam gittikten sonra delikanlı çalar kapıyı, kendini tanıtır. Sorar niye bu adamla evlendiğini kıza...
Kız söylerim der ama bir koşulla. Evin arkasında büyük bir gül bahçesine götürür delikanlıyı ve der ki: ‘Bu bahçenin en güzel gülünü bana getirirsen söyleyeceğim sana niye bu adamla evlendiğimi... Ama asla geri yürümek yok bahçede, arkana bakmak yok en güzel gülü istiyorum sadece...’
Memnuniyetle der delikanlı ve girer bahçeye. Çok güzel sarı bir gül durmaktadır Karşısında tam elini güle uzatmışken pembe bir gonca görür az ötede, ilerler... Ona uzanırken kadife kırmızı bir gül ilişir gözüne ilerde... Derken. Birde bakar bahçenin sonuna gelmiş... Kıza verdiği söz gelir aklına. Geri dönmek yok... Ne yapsın. Mecburen bulduğu alelade, hatta solmaya yüz tutmuş bir gülü mahçup bir şekilde götürür kıza.
Kız gülümser gülü görünce… ''Bilmem aldın mı cevabını'' der delikanlıya.
Hayat bu bahçede yürümeye benzer...
Otelden çıkar ve gördüğü yaşlı adama kızı sorar. Yaşlı adam az ilerde güzel bahçe içinde bir ev gösterir, kızın orada oturduğunu söyler.
Delikanlı merak eder, kızın nasıl biriyle evlendiğini. Bir köşede beklemeye baslar, bir müddet sonra yaşlıca kel pekte hoş görünmeyen bir adamı yolcu eder kız kapıdan... Üstelik zengin bir adam da değildir. Adam gittikten sonra delikanlı çalar kapıyı, kendini tanıtır. Sorar niye bu adamla evlendiğini kıza...
Kız söylerim der ama bir koşulla. Evin arkasında büyük bir gül bahçesine götürür delikanlıyı ve der ki: ‘Bu bahçenin en güzel gülünü bana getirirsen söyleyeceğim sana niye bu adamla evlendiğimi... Ama asla geri yürümek yok bahçede, arkana bakmak yok en güzel gülü istiyorum sadece...’
Memnuniyetle der delikanlı ve girer bahçeye. Çok güzel sarı bir gül durmaktadır Karşısında tam elini güle uzatmışken pembe bir gonca görür az ötede, ilerler... Ona uzanırken kadife kırmızı bir gül ilişir gözüne ilerde... Derken. Birde bakar bahçenin sonuna gelmiş... Kıza verdiği söz gelir aklına. Geri dönmek yok... Ne yapsın. Mecburen bulduğu alelade, hatta solmaya yüz tutmuş bir gülü mahçup bir şekilde götürür kıza.
Kız gülümser gülü görünce… ''Bilmem aldın mı cevabını'' der delikanlıya.
Hayat bu bahçede yürümeye benzer...
Kategori/Etiket:
düşündürücü,
hayat dersleri,
Hikayeler
Geçmişte Bir Üniversite'de
Profesör öğrencilerine su soruyu sorar;
'Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?'
Cesur bir öğrenci ayağa kalkar ve yanıtlar.
'Evet, her şeyi Tanrı yarattı!'
Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine 'evet efendim ' diye yanıtlar. Profesör devam eder;
'Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur ve çalışmalarımızda uyguladığımız 'Kesinleştirme' prensibine göre de Tanrı şeytandır. Öğrenci böyle bir önerme karsısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör ise öğrencilerine bir kez daha Tanrı’nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur.
Bu arada bir öğrenci ayağa kalkar ve
‘Bir soru sorabilirciyim profesör?’ der. Profesörde sorabileceğini söyler.
Öğrenci ayağa kalkar ve 'Soğuk var mıdır? diye sorar.
Profesör;
‘Nasıl bir soru bu böyle, tabiî ki vardır ' diye yanıtlar. 'Sen hiç soğuktan üşümedin mi?'
Öğrenci;
'Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur. Yasamda/Realitede biz soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Örneğin, Absolute 0 (-460 derece F) sıcaklığın kesin yokluğudur (hiç olmadığı seviyedir). Tüm maddelerin bu seviyede reaksiyon verme özellikleri bozulur ve değişir. Soğuk yoktur, o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için yarattığımız bir kelimedir' der ve devam eder,
’Profesör, karanlık var mıdır?’
Profesör ;
'Tabiî ki vardır'.
Öğrenci yanıtlar;
'Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü Karanlık ta yoktur. Yasamda/Realitede karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte, biz Newton'un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz. Bir basit ışık isini karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kirmiş olur yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekânın/uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçersiniz! Bu doğrudur değil mi? Karanlık insanlık tarafından, ışığın olmadığı yer/mekân için kullanılan bir kelimedir.’
Son olarak öğrenci profesöre gene sorar;
'Efendim şeytan var mıdır?’
Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte yanıtlar;
'Tabiî ki, açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde onu görürüz. Şeytan/kötülük bir kişinin başka bir kişiye her gün sergilediği insaniyetsizliğinin bir örneğidir. O, dünyadaki islenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanin kendisinden başka bir şey de değildir.' der.
Öğrenci devam eder;
'Şeytan yoktur efendim. Yani o kendi basına yoktur. Şeytan basit olarak Tanrının yokluğudur. O aynen karanlık ve soğuk ta olduğu gibi insanin tanrının yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir. Tanrı şeytani yaratmadı. Şeytan/kötülük insanin tanrısal sevgiyi yüreğinde duyumsamadığı zaman denetimlediklerinin bir sonucudur. O aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.’
Profesör yerine oturur.
Genç öğrencinin adi Albert Einstein’dır.
'Var olan her şeyi Tanrı mı yarattı?'
Cesur bir öğrenci ayağa kalkar ve yanıtlar.
'Evet, her şeyi Tanrı yarattı!'
Profesör sorusunu yineler ve öğrenci yine 'evet efendim ' diye yanıtlar. Profesör devam eder;
'Eğer her şeyi yaratan Tanrı ise ve şeytan var olduğuna göre şeytanı da Tanrı yaratmış olur ve çalışmalarımızda uyguladığımız 'Kesinleştirme' prensibine göre de Tanrı şeytandır. Öğrenci böyle bir önerme karsısında şaşırır ve yerine oturur. Profesör ise öğrencilerine bir kez daha Tanrı’nın içindeki kaderin bir efsane olduğunu kanıtlamaktan ötürü oldukça mutludur.
Bu arada bir öğrenci ayağa kalkar ve
‘Bir soru sorabilirciyim profesör?’ der. Profesörde sorabileceğini söyler.
Öğrenci ayağa kalkar ve 'Soğuk var mıdır? diye sorar.
Profesör;
‘Nasıl bir soru bu böyle, tabiî ki vardır ' diye yanıtlar. 'Sen hiç soğuktan üşümedin mi?'
Öğrenci;
'Aslında, fizik yasalarına göre soğuk yoktur. Yasamda/Realitede biz soğuğu sıcaklığın yokluğu olarak düşünürüz. Herkes veya nesneler o enerji oradaysa veya bir şekilde enerji iletiyorsa onu deneyimler. Örneğin, Absolute 0 (-460 derece F) sıcaklığın kesin yokluğudur (hiç olmadığı seviyedir). Tüm maddelerin bu seviyede reaksiyon verme özellikleri bozulur ve değişir. Soğuk yoktur, o yalnızca sıcaklığın yokluğunda duyumsadıklarımızı tarif etmek için yarattığımız bir kelimedir' der ve devam eder,
’Profesör, karanlık var mıdır?’
Profesör ;
'Tabiî ki vardır'.
Öğrenci yanıtlar;
'Korkarım gene yanılıyorsunuz efendim. Çünkü Karanlık ta yoktur. Yasamda/Realitede karanlık ışığın yokluğudur. Biz ışık üzerinde çalışabiliriz ama karanlığı çalışamayız. Gerçekte, biz Newton'un prizmasını kullanarak beyaz ışığı kırar ve renklerin çeşitli dalga uzunlukları üzerinde çalışabiliriz. Ama karanlığı ölçemeyiz. Bir basit ışık isini karanlık bir mekânı aydınlatarak karanlığı kirmiş olur yani karanlığı geçersiz kılar. Siz belli bir mekânın/uzayın ne kadar karanlık olduğundan nasıl emin olursunuz? Işığın miktarını ölçersiniz! Bu doğrudur değil mi? Karanlık insanlık tarafından, ışığın olmadığı yer/mekân için kullanılan bir kelimedir.’
Son olarak öğrenci profesöre gene sorar;
'Efendim şeytan var mıdır?’
Bu kez profesör pek emin olamamakla birlikte yanıtlar;
'Tabiî ki, açıkladığım gibi, biz onu her gün, her yerde onu görürüz. Şeytan/kötülük bir kişinin başka bir kişiye her gün sergilediği insaniyetsizliğinin bir örneğidir. O, dünyadaki islenmiş tüm suçlarda, şiddette yer alır. Bunların tümü şeytanin kendisinden başka bir şey de değildir.' der.
Öğrenci devam eder;
'Şeytan yoktur efendim. Yani o kendi basına yoktur. Şeytan basit olarak Tanrının yokluğudur. O aynen karanlık ve soğuk ta olduğu gibi insanin tanrının yokluğunu tarif etmek üzere yarattığı bir kelimeden ibarettir. Tanrı şeytani yaratmadı. Şeytan/kötülük insanin tanrısal sevgiyi yüreğinde duyumsamadığı zaman denetimlediklerinin bir sonucudur. O aynen sıcaklığın olmadığı yere gelen soğuk ya da ışığın olmadığı yere gelen karanlık gibidir.’
Profesör yerine oturur.
Genç öğrencinin adi Albert Einstein’dır.
14 Haziran 2007 Perşembe
Sakarya Türküsü
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat?
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!...
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat?
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!...
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
Kategori/Etiket:
şiir,
Şiirler,
yazarlardan,
Yazarlardan Alıntılar
Acaba Deli Mi?
Bir deli her gün akıl hastanesinin önüne çıkıp gülüyormuş. Her gün oradan geçerken onu öyle gören biri bir gün dayanamayıp sormuş:
-Ya kardeşim! Neden her gün burada oturup da gülüyorsun.
Deli cevap vermiş:
-Ben buraya gelmeden önce kendi kendime: “Bundan sonra kendime söz veriyorum: Gülmem gerektiğinde ağlayacağım, ağlamam gerektiğinde de güleceğim.” demiştim. Sonra beni deli sanıp buraya getirdiler.
Adam tekrar sormuş:
-Bu yaptığın işe yarıyor mu bari?
Deli tekrar cevap vermiş:
-Evet. Artık hiç ağlamıyorum.
TT.
-Ya kardeşim! Neden her gün burada oturup da gülüyorsun.
Deli cevap vermiş:
-Ben buraya gelmeden önce kendi kendime: “Bundan sonra kendime söz veriyorum: Gülmem gerektiğinde ağlayacağım, ağlamam gerektiğinde de güleceğim.” demiştim. Sonra beni deli sanıp buraya getirdiler.
Adam tekrar sormuş:
-Bu yaptığın işe yarıyor mu bari?
Deli tekrar cevap vermiş:
-Evet. Artık hiç ağlamıyorum.
TT.
Kategori/Etiket:
düşündürücü,
hayata dair,
Hikayeler
13 Haziran 2007 Çarşamba
Erkek mi dişi mi?
Öğretmen öğrencilerine sormuş;
-Bilgisayar sizce erkek mi dişi mi?
Kız öğrenciler;
-Bilgisayar erkektir hocam. Çünkü bilgisayarlar aslında sorunları çözmek için yaratılmalarına rağmen, ömürlerinin dörtte üçünü sorun yaratarak geçirirler. Daha da önemlisi, bunlardan bir tane aldığınız an, biraz daha sabretmiş olsaydınız çok daha gelişmiş bir modeline sahip olabileceğinizi görüp pişman olursunuz.
Erkek öğrenciler;
-Bilgisayar dişidir hocam. Çünkü onun mantığını yaratıcısından başka kimsenin kavraması mümkün değildir. Yaptığınız en ufak hatayı bile hafızasına kaydedip tekrar tekrar önünüze koyar ve bir bilgisayar aldıktan sonra fark edersiniz ki, asıl parayı ona gereken aksesuarlar için harcamak zorundasınızdır.
-Bilgisayar sizce erkek mi dişi mi?
Kız öğrenciler;
-Bilgisayar erkektir hocam. Çünkü bilgisayarlar aslında sorunları çözmek için yaratılmalarına rağmen, ömürlerinin dörtte üçünü sorun yaratarak geçirirler. Daha da önemlisi, bunlardan bir tane aldığınız an, biraz daha sabretmiş olsaydınız çok daha gelişmiş bir modeline sahip olabileceğinizi görüp pişman olursunuz.
Erkek öğrenciler;
-Bilgisayar dişidir hocam. Çünkü onun mantığını yaratıcısından başka kimsenin kavraması mümkün değildir. Yaptığınız en ufak hatayı bile hafızasına kaydedip tekrar tekrar önünüze koyar ve bir bilgisayar aldıktan sonra fark edersiniz ki, asıl parayı ona gereken aksesuarlar için harcamak zorundasınızdır.
Doğru işe doğru eleman
Camı açık bir odaya 101 adet tuğla düzenli bir şekilde konulmuş. Her defasında 2-3 kişiyi içeri alıp birkaç saat yalnız bırakmışlar ve daha sonra yaptıkları şeylere göre işlere yerleştirmişler.
Eğer içerde kalanlar;
-Tuğlaları saymışlarsa Muhasebe bölümüne,
-Tekrar saymaya başlamışlarsa Kalite Güvence yada İç Denetim'e,
-Tuğlaları her yere dağıtmışlarsa Araştırma bölümüne,
-Eğer iki düzenli sıra yapıp, 1 tane fazla çıktı işe yaramaz diye ayırmışlarsa Mühendislik bölümüne,
-Farklı bir şekilde ama düzenli bir şekilde düzenlemeye başlamışlarsa Planlama bölümüne,
-Eğer tuğlaları birbilerine atıyorlarsa Operasyon bölümüne,
-Eğer uykuya dalmış yada uzaklara dalıp gitmişlerse Güvenlik bölümüne,
-Eğer tuğlaları parçalara ayırmışlarsa Bilgi Teknolojileri Bölümüne,
-Eğer oturmuş telefonun çalmasını bekliyorlarsa İnsan Kaynakları bölümüne,
-Eğer hiçbir tuğlayı kıpırdatmadan farklı kombinasyonlar yapmaya çalışıyorlarsa Satış Bölümünüe,
-Eğer çoktan gitmişlerse Pazarlama bölümüne,
-Eğer camdan dışarı bakıyorarsa Stratejik Planlama Bölümüne,
-Eğer birbirleri ile konuşuyor ve tek bir tuğlaya bile dokunmamışlarsa Orta Düzey Yöneticiliğe,
-Eğer tuğlalardan bir mini golf sahası yapıp oynamaya başlamışlarsa Üst Yönetime atanmışlar.
Eğer içerde kalanlar;
-Tuğlaları saymışlarsa Muhasebe bölümüne,
-Tekrar saymaya başlamışlarsa Kalite Güvence yada İç Denetim'e,
-Tuğlaları her yere dağıtmışlarsa Araştırma bölümüne,
-Eğer iki düzenli sıra yapıp, 1 tane fazla çıktı işe yaramaz diye ayırmışlarsa Mühendislik bölümüne,
-Farklı bir şekilde ama düzenli bir şekilde düzenlemeye başlamışlarsa Planlama bölümüne,
-Eğer tuğlaları birbilerine atıyorlarsa Operasyon bölümüne,
-Eğer uykuya dalmış yada uzaklara dalıp gitmişlerse Güvenlik bölümüne,
-Eğer tuğlaları parçalara ayırmışlarsa Bilgi Teknolojileri Bölümüne,
-Eğer oturmuş telefonun çalmasını bekliyorlarsa İnsan Kaynakları bölümüne,
-Eğer hiçbir tuğlayı kıpırdatmadan farklı kombinasyonlar yapmaya çalışıyorlarsa Satış Bölümünüe,
-Eğer çoktan gitmişlerse Pazarlama bölümüne,
-Eğer camdan dışarı bakıyorarsa Stratejik Planlama Bölümüne,
-Eğer birbirleri ile konuşuyor ve tek bir tuğlaya bile dokunmamışlarsa Orta Düzey Yöneticiliğe,
-Eğer tuğlalardan bir mini golf sahası yapıp oynamaya başlamışlarsa Üst Yönetime atanmışlar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)