31 Aralık 2008 Çarşamba

Güneş Batıyor

Acaba ben mi bulanık görüyorum gerçeği
Yoksa gerçek mi sislerin altında
Allah'ım nedir bu gözlerimin çektiği
Yoksa, bu da mı yalan ve riya

Neden gerçek bizden bu kadar uzakta
Yoksa, o çok yakın da biz mi uzağız ona
Neden uzaklaştı bizden, ona yaklaştıkça
Yoksa biz mi uzaklaştık, yaklaşıyor sanıp da

Bitmiyor bu kabus, belki de hiç bitmeyecek
Sönmüş kıvılcımlar, kararmış bir gelecek
Gün batsın diye mi bekliyor, batmadan mı gelecek
Ne ateşler söndü, ne ateşler sönecek


TT - Mayıs 2003

30 Aralık 2008 Salı

Kelebek Ve Dalgıç Giysisi

Ne olursa olsun yaşamaya devam etmeliyiz, hayattan vazgeçmemeliyiz diyen bir kitap. Yakalandığı hastalıktan dolayı sol göz kapağı dışında her tarafı felçli olan bir Fransız dergi yayıncısının yazdığı bu kitap, herkesin okuması gereken bir kitaptır.

Göz kapağını açıp kapatarak oluşturduğu alfabede, harfleri tek tek belirterek (yaklaşık iki yüz bin göz kırpmasıyla) yazdığı bu kitap için yazarı takdir ediyorum. (Kendisi kitap yayınlandıktan dört gün sonra ölmüş.)

Kitaba edebi açıdan bakacak olursak, çok kaliteli bir anlatıma sahip olmadığını görürüz. Ama gerçek değeri açısından bakacak olursak bence yazılmış en değerli birkaç kitaptan biridir.

Jean-Dominique Bauby ikilisinin yazdığı bu kitaba edebi açıdan 5 üzerinden 3, kitabın değeri açısından 5 üzerinden 5 veriyorum.

27 Aralık 2008 Cumartesi

Melekler ve Şeytanlar

Dan Brown'un yazdığı ikinci kitap olarak bildiğim (Da Vinci Şifresi'nden sonra) bu kitap, bence yazarın en iyi kitabıdır. Eğer filmi çekilecekse bunun filmi çekilsin derim. Kitabın ortasında sonucu tahmin etmeme rağmen, sonucu farklı bir şekilde aynı yere getirebilme sanatına sahip olan usta yazarımız bize tam gözlerimize layık bir kitap yazmış.

Da Vinci Şifresi'ndeki kahramanımız Robert Langdon, bu sefer de Vatikan'ın altındaki gizli tünellerde bir macera yaşıyor. Tabi bu kitapta yazdıklarıyla da Vatikan'ın tepkisini alan yazar Da Vinci Şifresi'ni aratmıyor.

Yazarın diğer kitaplarını okuyanlar, bütün kitaplarında olayların gidişatının birbirine benzer olduğunu fark edeceklerdir. Bu yüzden nerdeyse aynı kitabı tekrar okuduğunuzu düşünebilirsiniz. Eğer bütün kitaplarını okumaya vaktim yok diyorsanız, birini okuyun (o da bu olsun) bütün kitaplarını okumuş gibi olursunuz.

Kitaba verdiğim not ise 5 üzerinden 4.

23 Aralık 2008 Salı

Tutkunuzu Keşfedin

Arnie Warren'in yazdığı bu kitap, insanların, hayattaki gerçek amaçlarına ulaşabilmeleri için (ya da olmak için yaratıldıkları kişi olabilmeleri için) farklı ve kolay bir yöntem sunuyor. Bunu güzel bir hikaye ile destekleyen yazar, eğer herkes bu adımları izlerse yaşamdaki gerçek amacına ulaşabileceğini düşünüyor. Yöntem ise temel olarak 3 adımdan oluşuyor.
  1. Senin fark etmediğin, ama başkalarının nasıl yaptığına hayret ettiği yeteneğini bul. Bunun için ailene ve yakın çevrene sorabilirsin. 
  2. Bu yeteneğini kabullen. İlk bakışta anlamsız ve basit gelebilir. 
  3. Uygulamaya geç. Yeteneğini işinde kullan. 
Kitaptaki örnekte amacına henüz ulaşamamış kahramanımız, Amerika'ya bir seyahate çıkıyor. Bu arada seyahatinin, babasının tekstil fabrikasının ürettiği kumaşları, dünyanın en iyi markalarından birine satmak için bir iş seyahati de olmasını planlıyor. Bu seyahati sırasında karşılaştığı bir konuşmacı ona yardım ediyor (Bu konuşmacı insanların amaçlarına ulaşabilmeleri için eğitimler veren birisi) Bu şekilde kendi yeteneğinin "İşleri organize etmek" olduğunu fark ediyor. Burada adımları şu şekilde uyguluyor.
  1. Çocukken arkadaşlarıyla oynadığı oyunlarda (ve şimdi babasının işyerinde), insanları organize etme işini iyi yaptığını fark ediyor. 
  2. İlk bakışta bu herkesin yapabileceği basit bir iş gibi görünüyor ve kabullenmekte zorlanıyor. Daha sonra tanıdığı kişilerin etkisiyle bunun gerçekten bir yetenek olduğunu anlıyor. 
  3. Ve babasının işlerini organize etmek, bir dünya markası olmak üzere yola çıkıyor. 
Akıcı bir dille yazılmış güzel bir hikaye. Kitaba verdiğim not ise 5 üzerinden 4.

22 Aralık 2008 Pazartesi

İnovasyon Örnekleri

İnovasyon KoltukLIPMAN, kurşun kalem ile silgiyi birleştirdi, ürünü farklılaştırdı. Yeni üretilen bir şey yok, sadece olanlar üzerinde değişiklik yapıldı.

Robert Plath adında bir pilot tekerlekli bavulu icat etti. O, ne tekerleğin ne de bavulun mucidiydi. Bugün yolculuk yapan herkesin tekerlekli bavulu vardır.

Nescafe, "Kahve + Süt Tozu + Şeker" ile "3'ü 1 Arada" yı piyasaya sundu. (Kahve, su ve petrolden sonra en çok tüketilen maddedir.)

Free DateTimePicker for ASP.NET

ASP.NET Ajax kullananlar bilirler, çok güzel bir DateTimePicker kontrolü vardır. Ama Ajax kullanamıyorsanız ve DateTimePicker kontrolüne ihtiyacınız da varsa bulduğum bir kontrolü sizinle paylaşmak isterim. Çok da işe yarar bir şey. Farklı renk seçenekleri ve diğer özellikleri de belirleyebiliyorsunuz. Sitede deneme yapabilmek için de güzel bir demo sayfası mevcut. İşte linki:

http://www.graymattersoft.com/

18 Aralık 2008 Perşembe

Özsaygı

ÖzsaygıKendinizi hissetme şeklinizdir. İltifatlar kendinize olan özsaygınızı artırmaz. Özsaygınızı oluşturmak için çok paranız olmasına ya da kendinize bir şeyler almanıza gerek yoktur. Bunu içinizde hissedersiniz.

Özsaygı direkt olarak kendi değerinize ve bunları nasıl değerlendirdiğinize bağlıdır. İstek dolu, azimli bir yaşam sürmeniz bir gayenizin olmasını, bu gayenize ulaşmak için cesaret ve inanç taşımanızı, buna bağlı kalabilmeniz için disiplinli olmanızı ve gerçekleştiğini görebilmeniz için tahammülünüzün olmasını gerektirir.

Bu çok büyük ya da basit bir amaç olabilir. Hiç fark etmez. Bir amacınız olsun yeter.

Amacınıza ulaşmak için hedefinizi ve hayatınızdaki mevkiinizi koruyarak kendinize karşı dürüst olmalısınız. Bu süreç, bir kişilik sahibi olmanızı, bazı yönlerinizi geliştirmenizi ve olabileceğiniz en iyi insan olmanızı sağlayacaktır.

Bunu başarırsanız ya da şu anda bu sürecin içindeyseniz kendinizi tanımakla ödüllendirileceğinizi bilin. Kendinizle gurur duymaya başlayabilirsiniz. Peki bu özsaygı değildir de nedir?

17 Aralık 2008 Çarşamba

Zamanı söylemek değil, saati yapmak

Günün veya gecenin herhangi bir anında güneşe veya yıldızlara bakıp gün ve saati hiç hatasız tam olarak söyleyebilen bir adama rastladığınızı düşünün : "01 Ocak 2008, saat 13:20:12". Bu kişi zamanı söyleyebilme konusunda şaşırtıcı bir yetenek olabilir ve muhtemelen bu kişiye zamanı söyleyebilme yeteneğinden dolayı saygı gösterilecek, hürmet edilecektir. Peki, eğer bu kişi, zamanı söylemek yerine kendisi ölüp gittikten sonra da sonsuza dek zamanı gösterecek bir saat yapsaydı daha faydalı olmaz mıydı?

Çok parlak, muhteşem bir fikre sahip olmak veya karizmatik vizyoner bir lider olmak "zamanı söylemek" tir; tek bir liderin varlığından bağımsız ve pek çok farklı ürünle başarılı olabilmiş bir şirketi kurmak ise "saat imal etmek" tir.

Kitaptan aldığım bu kısım, benim en beğendiğim kısımlardandır. Kitap edebi açıdan biraz ağır bir dille yazılmış. Ve ayrıca kitabın konuları da belli bir kesimin anlayacağı şekilde seçilmiş. Buradan çeviren kişinin büyük bir emek harcadığı anlaşılıyor. Şirket yöneticileri ve sahiplerinin mutlaka okuması gereken bir kitap olarak düşünüyorum.

Kitaba verdğim not ise 5 üzerinden 3.

16 Aralık 2008 Salı

İnovasyon Modelleri

Devrimsel İnovasyon

Yeni ürün ya da yeni yöntemlerin kullanılması olarak açıklanabilir. Kimsenin daha önce duymadığı çok kullanışlı bir şeyi icat etmek. SONY'nin WALKMAN'i üretmesi, ya da sanayi devrimi ile işleri makinelerin yapmaya başlaması gibi.

İnovasyon Yeni Rakı
Evrimsel İnovasyon

Mevcut olan ürün veya hizmeti değiştirip farklı bir şekilde sunmak olarak açıklanabilir. Örneğin cep telefonları ilk çıktığında sadece telefon rehberine sahipken, bugün 3G de dahil olmak üzere binlerce özellik eklenmiş durumda. Belki de en iyi örnek Anadolu Ateşi grubudur. Zevkle ve para vermeden izlediğimiz yöresel oyunlarımız, bugün çağdaş koreografi ve büyük bir ekiple altmışın üzerinde ülkede milyonlarca kişi tarafından izlenmiştir.

Verimsel İnovasyon

İş süreçlerini iyileştirme olarak açıklanabilir. Yapılan işlerin daha hızlı, daha düzenli olarak yapılmasını sağlamak da denebilir. Kaizen, 6 Sigma, Just In Time gibi araçlar örnek olarak verilebilir.

Gözler

Uzun zaman önce yaşlı bir adam karşıya geçmek için nehir kenarında duruyordu. Su çok soğuk ve köprü de uzakta olduğundan karşıya geçmek için bir atlıya ihtiyacı vardı. Uzun bir süre bekledikten sonra, ona doğru gelen bir grup atlı gördü. İlkinin geçmesine izin verdi. Sonra ikincinin, üçüncünün, … Geriye tek bir atlı kalmıştı. Yaklaştığında adam onun gözlerine baktı ve "Beni karşıya geçirir misin oğlum?" diye sordu.

Atlı hiç tereddütsüz "Tabi, hemen atlayın" diye cevap verdi. Karşıya geçer geçmez yaşlı adam indi. Süvari merakla: "Amca, elimde olmadan dikkat ettim. Diğerlerinden karşıya geçirmelerini istemeyip de neden benden istediniz?"

Yaşlı adam: "Onların gözlerine baktım ama hiç sevgi göremedim. Sormam boşuna olacaktı. Ama senin gözlerinde şefkat ve yardım etmeye isteklilik gördüm. Beni karşıya geçirmekten mutlu olacaktın."

Bunun üzerine atlı: "Biliyor musunuz, daha önce birine yardım ettiğim için hiç bu kadar mutlu olmamıştım." dedi ve atını Topkapı Sarayına sürdü. Bu atlı genç şehzade Fatih Sultan Mehmet'ti.

Bu olayda yaşlı adam onları doğru okumuştur. Soru:"Eğer atlı siz olsaydınız, yaşlı adam gözlerinize baktığında sizden yardım ister miydi?" İsteyecek olması önemlidir. Çünkü öğüt vermek ile el uzatmak arasında çok büyük bir fark vardır. Siz ve cesaretiniz, bir veya birkaç insan için, nehrin öte yakasına geçmek için böylesine önemli olmalıdır.

8 Aralık 2008 Pazartesi

Başarmak için çok çalışmak gerekir(!)

John Henry Fabre isimli Fransız bilim adamının, adına "Resmi Geçit Tırtılı" denen tırtıllar üzerinde yaptığı bir deneyden bahsetmek istiyorum. Bu tırtıllar önlerinde gideni takip ettikleri için bu şekilde adlandırılmışlar.
TırtılFabre tırtılları bir tabağın içine çember şeklinde yerleştirerek birbirlerini takip etmesini sağlamış. Daha sonra ortalarına yiyecek koymuş, ama tırtıllar dönmeye devam etmiş. Bir gün, iki gün derken aradan iki hafta geçmiş ama tırtıllar birbirini takip etmeyi bırakmamışlar. Üçüncü haftanın sonunda aradan birkaç tanesi ölmüş. Bu sayede yoldan saparak yiyeceklere ulaşabilmişler.

Bu tırtıllar çok çalışmış, bilim adamının deneyini yapması için ölümü bile göze almışlar. Ama bir sorun var:

"Bu tırtıllar yemeği hak etmişler mi?"

"HAYIR!"

Burada tırtıllar çok çalışmak ile etkin çalışmak arasındaki farkı anlayamamış ve sonuçta açlıktan ölmüşler.

4 Aralık 2008 Perşembe

Motivasyonun Üç Türü

"Eğer gece eve geç gelmişsen, bu senin bu ay dışarı çıkabileceğin tek gece olur." ya da "Eğer satışlarını artırmazsan kovulursun." işte bu "Korku Motivasyonu'dur". Bazı insanlar üzerinde işe yarar ve onların başarılı olmalarını sağlar. Bu aslında motivasyon değildir, ama insanların performansını artırdığı için motivasyon gibi algılanabilir. Sakıncası ise, korku isyana neden olur ve daha kötü sonuçlara yol açabilir. Bu şekil motivasyon çoğunlukla çocuklar üzerinde uygulanır.


Zengin bir Teksaslı bir gece muhteşem bir parti düzenlemiş ve herkes kafayı bulduğunda havuzun başına toplamış. Havuzda timsahlar ve piranalar varmış. "Bu havuzu boydan boya geçene 1 milyon dolar nakit, 1000 hektar arazi ya da kızımla evlenme şansı vereceğim." demiş. Bu sırada suyun içinde bir şapırtı duyulmuş ve havuzun öte ucundan genç bir adam asla kırılamayacak bir rekor elde ederek dışarı fırlayıvermiş. Ev sahibi adamı coşkuyla kutlamış ve "1 milyon doları mı istersin" diye sormuş, genç adam "hayır" demiş. "1000 hektar arazi mi istersin" diye sormuş, genç adam tekrar "hayır" demiş. "Güzel, demek kızımı istiyorsun" diyen ev sahibine karşılık genç adam yine "hayır" yanıtını vermiş. İyice kızan ev sahibi "Ne istiyorsun o zaman" deyince genç adam "Beni havuza iten şerefsizin adını bilmek istiyorum" diye cevap vermiş.

1 Aralık 2008 Pazartesi

İş Yaşamında 100 Kanguru - Sistem Liderliği

Ahmet Şerif İzgören'in yazdığı bu kitap; "Nasıl lider olunur?" sorusuna çok güzel bir şekilde, yer yer küçük hikayelerle destek vererek, mizahi bir üslupla cevap veriyor. Yabancıların yazdığı liderlik kitaplarının Türk insanının yapısına yeterince uymadığını belirten İzgören, bence bu güne kadarki en iyi liderlik kitabını yazmış.
Kitapta "Yönetici", "Lider" ve "Sistem Lideri" arasındaki belirgin farkları çok iyi bir şekilde listeleyen İzgören, gerçek liderin "Sistem Lideri" olması gerektiğini söylüyor ve bize şöyle bir tablo veriyor:

Başlarına Taktıkları Giydikleri
Yönetici Silindirik Şapka Smokin
Lider Miğfer Üniforma
Sistem Lideri Kep Kot Pantolon

Her kütüphanede bulunması gereken bu kitabın yanında yazarın diğer kitaplarından bazıları da şöyle:

Avucunuzdaki Kelebek
Dikkat Vücudunuz Konuşuyor / Türkiye'de Beden Dili İş Yaşamı ve Renkler
Hıdır Kişisel Gelişiyor
Süpermen ve Uğur Böceği
Eyvah! İş Görüşmesi
Geleceğin Organizasyonunu Yaratmak
Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır
Kitaba verdiğim not ise 5 üzerinden 5.

27 Kasım 2008 Perşembe

Yel değirmeniniz var mı?

Don KişotBunun "Don Kişot" ile alakalı olduğunu düşünmeyin çünkü değil. Bu "Geleceğe Dönüş" filminden çıkarılacak derslerden biri. Şimdi sorarsınız ne alaka diye. Şöyle anlatayım;

Geleceğe Dönüş 3. filmde hatırlarsanız, sevgili psikopat doktorumuz Emmett Brown ile Marty McFly 1885'ten geri dönmeye çalışıyorlardı. Zaman makinesi için benzin bulamadıklarından dolayı bir trene 88 mil (neden 88 hep merak etmişimdir :)) hız yaptırıp onunla zaman makinesini çalıştırmak istiyorlardı. Buraya kadar tamam. Peki yel değirmeni?

Doktorun evinde hazırladığı maket üzerinde bunun deneyini yapmaya çalıştılar. Bu deneyi yaparken doktor yapılacakları anlatıyordu. Tam metni hatırlamıyorum ama şu şekilde bir konuşma geçmişti:

Geleceğe Dönüş 3
- Makası değiştireceğiz ve buradan uçuruma kadar bize düz bir hat çıkacak. Bu da 88 mil hıza ulaşabilmek için bize yeter.
- Şey, Doktor. Bu "Yel Değirmeni" ne işe yarıyor. Üzerinde "Son dönüş noktası" yazıyor.
- Eğer oraya geldiğimizde yeterli hıza ulaşamazsak durmamız gerekir. O noktadan sonra yeterli hıza ulaşabilmek için imkanımız yok.
- Peki durmazsak ne olur?
- O zaman uçurumdan aşağıya doğru bir yolculuğa çıkarız.
- !?…

Bir projenin yönetiminden örnek verecek olursak; projeden vazgeçme zamanını bilmeliyiz. Alışveriş yaparken kendimize bir limit koymalıyız (ve bu kredi kartımızın limiti olmamalı :)) Aslında hayatta herhangi bir şey için kendimize bir son dönüş noktası (ya da durma noktası) belirlememiz bizim yararımıza olacaktır. Yoksa uçurumdan aşağıya doğru bir yolculuğa çıkarız :)

24 Kasım 2008 Pazartesi

Pazarlamada dördüncü dönem

Pek çok kaynakta pazarlamanın üç döneminden bahsedilir. Bunlar ortaya çıkış sırasıyla; Ürün odaklı pazarlama, Satış odaklı pazarlama, Müşteri odaklı pazarlama.

Ürün Odaklı Pazarlama Ürün odaklı pazarlama

1900 lerden sonra ortaya çıkmış bir kavramdır. O zamanlarda üreticilerin sayısı az olduğu için ürün azdı ve rekabet azdı. Üreticiler kraldı. Müşteriler, üretici ne ürettiyse onu almak zorundaydı. ("Siyah olduğu sürece herkes istediği renkte arabaya sahip olabilecek" Henry Ford) O zamanki ürün fiyatı hesaplaması;

Ürün Fiyatı = Maliyet + Kar

şeklindeydi. Yani üreticiler maliyetlerinin üzerine istedikleri karı ekleyip ürün fiyatını belirlerlerdi.

Satış odaklı pazarlama

Ürün odaklı pazarlamadan sonra (1930 lar) üreticiler ve ürünler çoğalmaya, kraliyet ailesi dağılmaya başladı. Yine sınırlı sayıda ürün vardı, ama bu dönemde öncekine göre tek bir üründen elde edilen kar daha azdı. Ve bu dönemde tüketiciler ihtiyaçlardan zevklere doğru yönelmeye başladılar.

Müşteri odaklı pazarlama

Satış odaklı pazarlamadan sonra (1950 ler) geçerli olan ve günümüzde de geçerliliği süren bu pazarlama şekli, üretici ve ürün sayısının artması yanında artık müşterilerin de seçmeye başlamasından sonra ortaya çıkmıştır. Artık müşteriler kraldır. İstediklerini alır istemediklerini bırakırlar. Bu da üreticilerin formüllerinin yeniden değişmesine yol açmıştır.

Kar = Ürün Fiyatı - Maliyet

Artık ürün fiyatı üreticilerin kendi isteklerine göre belirlenmemektedir. Bu yüzden üreticiler karını artırmak için maliyetlerini aşağıya çekme yoluna gitmektedirler.

Bundan sonraki dönem ise "Zaman odaklı pazarlama" dönemi olacaktır. Kısaca açıklayacak olursak; insanların iş yoğunluğu sürekli artmakta ve zaman insanlara git gide daha az gelmekte. Üretici sayısının, ürün çeşitliliğinin ve dolayısıyla rekabetin sürekli artacağı önümüzdeki yıllarda üreticilerin ürününü satabilmesi için yalnızca iki saniyesi olacaktır. Peki insanlar sadece iki saniyede nasıl beğenecekler ve alacaklar. Bunu iki şekilde düşünebiliriz; yapay zeka yeterince gelişir ve insanların yerine makineler seçim yapar, ya da genetik yeterince gelişir ve klonlar insanların yerine seçim yapar.

Ben makinelerin ya da klonların zevklerine güvenmem diyorsanız, çok değerli iki saniyenizi gözden çıkartacaksınız demektir :)

Kolay gelsin…

23 Kasım 2008 Pazar

Neden dört doğru bir yanlışı götürmüyor?

16 Kasım Pazar günü ALES'e girdim. İlk defa bir sınav bu kadar kolay geçti. Ama zaman biraz dengesiz gibiydi. Sanki akreple yelkovan yer değiştirmiş gibi, saatler hızlı dakikalar yavaş geçiyordu. Nerdeyse çıkıp gidecektim sınavın yarısında.
Dört yıldır test de çözmemiştim hiç (dün bir test çözdüm yalan söylemiyim:)) Aslında kalemim bile yoktu arkadaşımdan aldım. Ne güzeldi ya. Keşke ÖSS de bu kadar rahat geçseydi.

Sınav o kadar garipti ki bazen düşlere daldım. Bir seferinde uyandığımda Kız Kulesi'nin karşısında çay içiyordum. Bir seferinde trende gidiyordum. Sonra New York borsasının kapısına kilit vurulduğunu gördüm. Tesadüf bu ya, tam da önümde dünya borsasının krizden dolayı 100 milyar dolar kaybettiğini söyleyen bir soru vardı (tabi kayıp trilyonlarla ifade ediliyor bugün)
Sonra blog'umda neler yazsam diye düşündüm, aklıma yüzlerce şey geldi. Otaku hikayeleri, inovasyon örnekleri, ipuçları, yaşam dersleri, Java ve C# makaleleri, …
Kim ne yapıyor diye etrafa şöyle bir göz gezdirdim.

Herkesin başı önde soru çözerken yan sıradaki kız da beni kesiyormuş, bir an göz göze geldik :) (Sınavdan sonra baktım, benden önce çıkmış yetişemedim. Kalemlerimizi değişirdik belki forma değişir gibi. Belki bir çay içmeye de vakit bulurduk ya, neyse…)

Sonra fark ettim ki hala sınavdayım, devam edeyim dedim kendi kendime. Hep duyduğum bir soru aklıma geldi: "Neden dört yanlış bir doğruyu götürüyor da, dört doğru bir yanlışı götürmüyor?" buradan yola çıktım başka nedenler buldum:

"Neden bu sınavlar hep sabahın köründe olur?" (Zaten Pazar, yapın öğleden sonra :))
"Neden öğretmenler, cevaplarını zaten bildikleri soruları bize sorarlar?"
"Neden iki gün okula gidip beş gün tatil yapmıyoruz?"
"Neden otobüsler bizi kuyrukta beklemiyor?"
"Neden herkes ayakta?"

Aha, sınav bitmiş… :)

TT.

15 Kasım 2008 Cumartesi

İnovasyon

Dünyada inovasyon. Şirketlerde inovasyon. Üretimde inovasyon. Tüketimde inovasyon…
Sanırım son yıllarda en çok duyulan kelimelerden biri de bu kelime. (Son aylarda "Kriz" kelimesi hepsine açık ara fark atmış olsa da :))

inovasyon ampul Peki nedir bu inovasyon? Sakarya Üniversitesinde okurken (geçtiğimiz yıl) rektör yardımcısı Prof. Dr. Hasan Rıza Güven hocamız bu konuda çok güzel bir örnek vermişti. Sanırım inovasyon için ondan daha güzel bir örnek olamaz.

"Simit önceden sokaklarda satılırdı. Ucuzdu. Yoksul insanların aldığı, zenginlerin tenezzül bile etmediği bir yiyecekti. Bu gün biz simiti saraylarda yiyoruz. İşte bu inovasyondur."
Şimdi bir soralım. "İnovasyon değişim midir yoksa dönüşüm mü?" Simit, saraya çıktığında da aynı simit olduğuna göre ben inovasyon için "dönüşümdür" diyorum. Bunu bir formülle açıklayacak olursak (Arada kimya dersi de vermiş olalım :))


2H2 + O2 --> 2H2O (Hidrojen + Oksijen = Su) bu bir değişimdir. Çünkü maddenin aslı korunmamıştır.

Su(Katı) <--> Su(Sıvı) <--> Su(Gaz) bu bir dönüşümdür. Maddenin aslı korunmuş, sadece inovasyona uğramıştır.

TT.

inovasyon kibritBenim gördüğüm bir inovasyonu sizinle paylaşmak isterim.
Sizin de bildiğiniz gibi süper kahramanlar (Süperman, Spiderman, Batman, …) halkın sevdiği, örnek davranışları olan, insanlara yardım eden kişilerdir. Ama yapımcıların dehasıyla inovasyon sinemaya da taşındı. "Hancock" (Şarapçı Süper Kahraman :)) Kötü alışkanlıklara sahip, insanlar ondan nefret ediyor, pis, … Tabi sonra düzeliyor, ama başlangıçtaki hali tam bir inovasyon ürünü.

İnovasyonu resimlerle ifade edersek nasıl olur, şuradan bakabilirsiniz.
Ben gördüğüm ve duyduğum inovasyon ürünlerini sizinle paylaşmaya devam edeceğim. Siz de paylaşmak isterseniz bana gönderebilirsiniz.

11 Kasım 2008 Salı

Sana Bakmak

her şey yapılabilir

bir beyaz kağıtla

uçak örneğin uçurtma mesela

altına konulabilir

bir ayağı ötekinden kısa olduğu için

sallanan bir masanın

veya şiir yazılabilir

süresi ötekilerden kısa

bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda

her şey yazılabilir

senin dışında

güzelliğine benzetme bulmak zor

sen iyisi mi sana benzemeye çalışan

her şeyden

bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor

belki tabiattadır çaresi

10 Kasım 2008 Pazartesi

Java Seri Port Haberleşmesi (Serial Port Connection)

Daha önce geliştirdiğim bir projede Java ile seri port (Serial Port) üzerinden haberleşme yapmıştım. Bu projede ADASU Genel Müdürlüğü için, PDKS(Personel Devam Kontrol Sistemi) cihazlarıyla seri port üzerinden bağlantı kurarak personel giriş çıkışlarını kontrol eden bir sistem tasarlamıştım. Projede en çok zorlandığım kısım seri port'u kapatmak olmuştu (serialPort.Close) Çünkü öyle bir şey ki, port açılıyor ve programı sonlandırmadan kapatılamıyordu. Java ile yazılım geliştirenler bilir; "en büyük sorun, hata vermeyen hatalardır." :) Şimdi size açtığınız seri portu nasıl kapatacağınız hakkında bilgi vereyim. (How to close Serial Port)

Her şeyden önce projenize seri port ile haberleşme sağlayabilmek için CommDriver ve ana klasöre de win32com.dll kütüphanesini eklemelisiniz. Yoksa haberleşmeyi sağlayamazsınız. Ekte bulunan dosyalardan bunları indirebilirsiniz.

Java ile seri port bağlantısı (Serial Port Connection) için gerekli tüm bilgileri şu linklerde bulabilirsiniz

http://java.sun.com/products/javacomm/
http://www.java2s.com/
http://www.captain.at/
http://saloon.javaranch.com/

Ben size Google aramalarında bulmakta zorlanacağınız serialPort.Close() metodunun bir ayrıntısını aktaracağım. Önce serialPort.Open() fonksiyonunu yazalım;

3 Kasım 2008 Pazartesi

SQL İpuçları

Bu yazımda sizlere SQL hakkında bazı ipuçları vereceğim. SQL gerçekten mükemmel bir dil. Normal bir programlama diliyle yapabildiğimiz her şeyi SQL ile yapabiliyoruz. Veritabanından çektiğimiz verilerin mutlak değerini almak, karekökünü almak, Convert işlemi uygulamak ve bunun gibi birçok işlemi SQL ile yapabiliyoruz.

Bu konu için aslında çoğu programcının başına gelen bir problemden bahsedeyim. Bu problem, SQL Server ile Visual C#.NET’in farklı tarih formatları kullanması ile oluşan bir problemdir. (Bazılarınızın gülümsediğini hissediyorum :)) Bu problem .NET’in tarih formatının "dd.MM.yyyy" olması, SQL Server’in tarih formatının ise "MM.dd.yyyy" olması ile ortaya çıkar. Bunu çözmek için önceden (aslında şimdi de) C#’da

string tarih = DateTime.Now.Month.ToString() + "." + DateTime.Now.Day.ToString() + "." + DateTime.Now.Year.ToString();

string tarih = DateTime.Now.ToString("MM.dd.yyyy");

System.Globalization.CultureInfo culture = new System.Globalization.CultureInfo("en-GB");

string tarih = Convert.ToDateTime(txtTarih.Text, culture);

gibi ifadeler kullanıyordum. Eminim ki birçoğunuz da bunlara benzer şekillerde bir çözümler bulmuştu. Ama bu çözümler SqlDataSource’da otomatik olarak oluşturduğumuz update ve insert cümlelerinde pek fazla işe yaramaz. (Tabi siz insert ve update alanlarını TemplateField olarak ayarlayıp kod tarafında işlem yapmak isterseniz bunları kullanabilirsiniz) Bu sorunun SQL ile çözümü ise

INSERT INTO TABLO(kisi, tarih) VALUES(@kisi, CONVERT(datetime, @tarih, 103))

şeklindedir. Burada CONVERT() fonksiyonu, gelen parametreyi herhangi bir SQL veri tipine çevirmemize yarar. 103 ise "dd/MM/yyyy" tarih formatını belirtmemize yarar. Bu kısma 108 girdiğimizde saat değerini elde ederiz. ("HH.mm.ss") Biz burada SQL Server’a hangi formatta veri gönderdiğimizi belirtiyoruz. O da hangi formatta olduğunu anlayıp o şekilde işlem yapıyor. Eğer formatını belirtmezsek

“The conversion of a char data type to a datetime data type resulted in an out-of-range datetime value.The statement has been terminated.”

gibi bir hata ile karşılaşırız.
Tarih formatlamanın Oracle’daki karşılığı ise TO_DATE() fonksiyonudur. Bu şekilde girilen bilgiyi tarih bilgisine dönüştürüp Oracle’a kaydedebilirsiniz. Ayrıca Oracle’da tarihe göre arama yapabilmek için bu fonksiyonu kullanmak zorundasınızdır. Kullanılışı ise

TO_DATE(@tarih, 'dd.MM.yyyy')

şeklindedir.

2 Kasım 2008 Pazar

Dosyadan Okuma Ve Dosyaya Yazma İşlemleri

Bu yazımda System.IO isim alanı altında bulunan StreamReader ve StreamWriter sınıflarıyla herhangi bir text dosyasından okuma ve dosyaya yazma konularına değineceğim. Programımız bir Windows uygulaması olacak.

Dosyaya Yazma

İlk olarak programımıza System.IO kütüphanesini ekleyelim. Daha sonra formumuza 3 adet TextBox ekleyelim ve Name özelliklerini sırasıyla txtAd, txtSoyad, txtNo olarak belirleyelim. Ek olarak 1 adet Button ekleyelim ve Name özelliğini btnYaz olarak belirleyelim.
Form üzerine çit tıkladıktan sonra kod tarafında yol isimli string türünde bir genel değişken tanımlayalım ve aşağıdaki değeri verelim.
string yol = @"C:Kayıt.txt";
Bu yolla C sürücüsünde Kayıt.txt isimli bir metin belgesi oluşturacağız. Daha sonra yine genel değişken olarak StreamWriter tipinde yaz isimli bir değişken tanımlayalım. Bu değişkeni, bizim dosyamıza yazma işlemini gerçekleştirebilmek için tanımladık.
StreamWriter yaz;
Formu çift tıkladığımızda oluşan Form1_Load olayı içine aşağıdaki satırı yazalım.
yaz = new StreamWriter(yol, true);
Burada daha önce tanımladığımız yaz ismindeki değişkenden StreamWriter tipinde bir nesne oluşturuyoruz. Bu nesnedeki yol değeriyle C sürücüsünde Kayıt.txt isimli bir metin belgesi oluşuyor. true değeri ise bu metin belgesine veri ekleme işleminin olabileceğini belirtiyor. Yani içinde bir veri varsa onun sonraki satırından itibaren girdiğimiz veriyi ekliyor. Eğer false değeri girersek metin belgesinin içeriğini temizler ve yerine bizim girdiğimiz yeni verileri yazar.
Forma dönüp butonun üzerine çift tıklayarak btnYaz_Click olayını oluşturalım. Bu olay yordamının içine aşağıdaki satırları girelim.
string veri = txtAd + " " + txtSoyad + " " + txtNo;
yaz.WriteLine(veri);
yaz.Flush();
Bu satırlarda veri isimli değişkene TextBox’ lardaki veriler aralarında birer boşluk bırakılarak giriliyor. Daha sonraki satırda ise veri isimli değişkenin değeri metin belgesine aktarılmak üzere belleğe yazılıyor. Son satırda ise veri metin belgesine aktarılıyor. Son satır olmazsa veri bellekten bir süre sonra silinir ve belgeye yazılmaz.

1 Kasım 2008 Cumartesi

XML Dokümanlarını Kodla Oluşturmak

Bu yazımda günümüzde çok kullanılan XML dökümanlarını kodla oluşturmaya değineceğim.

Bir XML dökümanı hazırlamak için C# dilinde XmlTextWriter sınıfını kullanabiliriz. Bu sınıf yardımıyla XML olarak biçimlendirmek istediğimiz verileri istersek elle, istersek bir kaynaktan alarak kullanabiliriz. Ben bu yazımda verileri bir veri tabanından alarak XML formatına dönüştürmeyi tercih ettim. Kodlarımı konsol uygulaması şeklinde yaptım. Dilerseniz bir Windows uygulaması açıp sadece bir buton atıp, o butonun Buton_Click olayına bu kodları kopyala yapıştır yapabilirsiniz. Ve burada oluşturulacak dosyaların adresleri, aksi belirtilmedikçe program klasörünün kök dizini olarak belirlenmiştir. Neyse fazla uzatmadan konuya geçelim.

Programda kullanmak için ilk önce aşağıdaki gibi “Dünyadan” isimli bir veri tabanını ve bu veri tabanında “Ülkeler” isimli bir tabloyu oluşturup verileri girelim.

Burada Access veritabanı kullandım. SQL veritabanı kullanıldığında da çok fazla değişen bir şey olmayacaktır.

Kodları yazmaya başlamadan önce, ilk olarak programımıza
using System.Xml;
using System.Data;
using System.Data.OleDb;
kütüphanelerini ekleyelim. Bu kütüphaneler veri tabanından veri çekmek ve XML dökümanını oluşturmak için gereklidir aksi halde programımız derlenmez.

29 Ekim 2008 Çarşamba

ASP.NET de Image'e Veritabanından Resim Yüklemek

Web sitelerinde genellikle Image kontrollerine yüklemek istediğimiz resimler server’da dosya sisteminden çekilir.

Image1.ImageUrl = "C:Resim.jpg";

gibi bir kod parçasıyla istediğimiz resmi yükleriz. Ama bazen resimlerimizi veritabanında tutuyor olup oradan dinamik olarak yüklememiz gerekebilir. (Dynamically load image to Image control from database with Asp.NET) Böyle bir durumda doğrudan atama yapamayız. Ama şu şekilde bir çözüm bulabiliriz.

İlk olarak Default.aspx sayfasını açalım ve bir dynamicImage adlı bir Image kontrolü ekleyelim. Daha sonra yeni bir sayfa ekleyelim ve adını DynamicallyLoadImage.aspx olarak verelim. Eklediğimiz Image kontrolünün ImageUrl özelliğine DynamicallyLoadImage.aspx?ImageID=1 değerini verelim. Default.aspx sayfamızın kodları aşağıdaki gibidir.

Default.aspx



Ve yapacağımız ikinci şey ise DynamicallyLoadImage.aspx.cs dosyasına aşağıdaki kodları yazmak.

using System.Data.OracleClient;
public partial class DynamicallyLoadImage: System.Web.UI.Page {
 protected void Page_Load(object sender, EventArgs e) {
  DataTable dTable = new DataTable();
  string sql = “SELECT ImageData FROM ImageDatabase“;
  sql += “WHERE ImageID = ‘” + Request.QueryString["ImageID"] + ”‘”;
  OracleConnection con = new OracleConnection(“SERVER = (DESCRIPTION = (ADDRESS = “ + “ (PROTOCOL = TCP)(HOST = 127.0.0.1)(PORT = 1521))” +  “ (CONNECT_DATA = (SERVICE_NAME = XE)));“ +  “uid = TAYFUN; pwd = TT123;”);
  OracleDataAdapter adp = new OracleDataAdapter(sql, con);
  adp.Fill(dTable);
  byte[] ImageData = (byte[])(dTable.Rows[0]["ImageData"]);
  try {
   Response.ContentType = “image / jpeg”;
   Response.BinaryWrite(ImageData);
  } catch {
   Response.Write(“Resim Bulunamadı”);
  }
 }
}

İlk olarak, ben Oracle veritabanı kullanmıştım, ama SQL Server kullanılırsa da bir şey fark etmez. İkinci olarak da ben sadece jpeg veya jpg uzantılı resimler için yaptım, farklı bir uzantı gelirse hata verecektir. Dilerseniz uzantıyı da veritabanında kaydederek herhangi bir uzantıya sahip resim için bunu yapabilirsiniz.

Resimlerin veritabanında tutulması güvenlik açısından iyidir, ama performans açısından iyi değildir. Resimleri dosya sisteminde tutup veritabanında da adresini tutarsanız programcılık mantığına daha uygun bir yapı oluşturmuş olursunuz.

18 Ekim 2008 Cumartesi

SQL Server'da Veritabanı Tablo Bilgilerini Listelemek

Bu yazımda sizlere MS SQL Server’da oluşturduğumuz bir veritabanının içindeki tabloları ve seçtiğimiz bir tablonun içindeki alanları listeleyen bir program yazacağım.

Her şeyden önce böyle bir şeye neden ihtiyacımız olur onu anlatmaya çalışayım. Diyelim ki Microsoft’un sorgu oluşturma arayüzü olan SQL Server Management Studio’daki Query Builder’i ya da piyasadaki diğer programları beğenmiyorsunuz.(Ben böyle bir şey demedim :P) Ya da kendinize ait bir Query Builder yapmak istiyorsunuz. O zaman böyle bir şeye ihtiyacınız düşecektir. Staj yaptığım yerde benden böyle bir şey yapmam istenmişti. Ben ORACLE ile yapmıştım ama arada hiçbir fark yok. Tek değişen sorgu cümleleri. Server’a uygun sorguyu gönderdikten sonra size sadece verileri düzenlemek kalıyor.

Programda iki adet DataGridView olacak. Birincisinde veritabanındaki tablolar listelenecek, ikincisinde ise birincide seçilen tabloya ait alanlar listelenecek. Aşağıdaki kodları programımıza ekleyelim.
using System;
using System.Collections.Generic;
using System.ComponentModel;
using System.Data;
using System.Drawing;
using System.Text;
using System.Windows.Forms;
using System.Data.SqlClient;
namespace TabloIslemleriSQL
{
public partial class Form1 : Form
{
   public Form1()
   {
    InitializeComponent();
   }

   string conStr = "DATA SOURCE=.; INITIAL CATALOG = veritabani;
     USER ID = tayfun; PASSWORD = tayfun; INTEGRATED SECURITY = TRUE";
   SqlDataAdapter adp;
   DataTable dt;
   SqlConnection sqlCon;

   private void Form1_Load(object sender, EventArgs e)
   {
    try
    {
     dt = new DataTable();
     string sorgu = "SELECT TABLE_NAME FROM INFORMATION_SCHEMA.TABLES
      WHERE TABLE_TYPE =‘BASE TABLE’ AND TABLE_NAME != ’sysdiagrams’";
     sqlCon = new SqlConnection(conStr);
     adp = new SqlDataAdapter(sorgu, sqlCon);
     adp.Fill(dt);
     dgrdTablolar.DataSource = dt;
    }
    catch { }
   }
   private void dgrdTablolar_SelectionChanged(object sender,
     EventArgs e)
   {
    try
    {
     dt = new DataTable();
     string tabloAdi = dgrdTablolar.CurrentRow.Cells[0]
       .Value.ToString();
     string sorgu = "SELECT COLUMN_NAME FROM INFORMATION_SCHEMA
       .COLUMNS WHERE TABLE_NAME = ‘" + tabloAdi + "’";
     adp = new SqlDataAdapter(sorgu, sqlCon);
     adp.Fill(dt);
     dgrdAlanlar.DataSource = dt;
    }
    catch { }
   }
}
}

15 Ekim 2008 Çarşamba

O Da Bir Zamanlar Güneşti

Ve bir gün ayrılmak istedi dünya güneşten,
Yeni yerler keşfetmek, evrenin karanlıklarına ışık tutmak için.
Diğer birkaçı da onu takip etti,
Ayrıldılar sonunda.

İlk zamanlar o kadar iyiydi ki her şey,
Ne de parlaktı alevi.
Kardeşleri bile hayran kalmıştı ona.
Sevinçle ilerlemeye başladı uzaklara doğru…
Aydınlattıkça aydınlanıyor,
Aydınlandıkça aydınlatıyordu...

Uzaklaştıkça yaşlanmaya başladı dünya.
Zaman o kadar yavaş ve hızlı geçiyordu ki,
Nasıl olduğunu anlamıyordu bile.
Ama olsun, o çok büyük bir varlıktı,
Herkes ona saygı duyuyor, onu seviyordu…

Zaman geçtikçe aslını unutmaya başladı,
Ateşi sönmeye, etrafını karanlıklar kaplamaya…
Ve içini bir korku kapladı,
Kardeşlerinden de ayrılmış, yapayalnız kalmıştı.
Artık eskisi kadar mutlu da değildi.
Hiç ayrılmasa mıydı acaba?

İçindeki umutlar bir bir tükendi.
Tüm parlaklığı azaldı,
Halbuki uzaklara gidip, umut saçacaktı,
Yol açacaktı yolunu kaybetmişlere,
Hayat verecekti sonsuz enerjisiyle,
Ama olmadı…

Sonunda alevi tamamen söndü.
Korkuyla sürüklenmeye başladı,
Karanlığa doğru…
Yapacak hiçbir şey yoktu,
Yok oluyordu.
Dipsiz bir kuyunun dibine doğru
Çaresizce ilerliyordu.

Bir an uzaklarda bir ışık gördü,
Düşündü,
Eğer ona ulaşabilirse eskisi gibi mutlu olacaktı,
O ona kaybettiği her şeyi verecekti,
Onun kölesi bile olabilirdi tekrar mutlu olmak için.

"O ne büyük bir lider." dedi ve çıktı yola.
Zar zor yolunu çevirdi ona doğru,
Ama yeterince dönememişti.
"Olsun" dedi, "O bana yol göstersin de;"
"Gerekirse yanına varamayayım."

Baktı ki tanıdık birileri de var burada,
Kardeşleri…
Onlardan yakın zamanda ayrılmıştı.
Tanıdı hepsini.
"Tamam" dedi.
"Doğru yerdeyim. Güvende…"

Liderini de bulmuştu artık,
Onunla yol alıyor,
Onunla uykuya dalıp tekrar uyanıyor,
Onunla aydınlanıyordu.
İçinde hayat vardı ama,
Bir hayatı yoktu. Olsun bu da ona yeterdi.

Ama bilmediği bir şey vardı,
O da bir zamanlar güneşti.
Şimdi liderim dediği,
Kölesi olduğu varlığın bir parçasıydı.
Onun kadar güçlü ve parlaktı…

Nasıl olup da unutmuştu geçmişini,
Nasıl olup da korkuyla kaplanmıştı,
Nasıl olup da hayallerinden bir bir vazgeçmişti…
Bunun cevabını o da bilmiyordu.


TT.

7 Ekim 2008 Salı

Yalnızlığa Alışmalı...

Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vaz­geçmeli...
İhanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı...

Çünkü "omuz omuza" günlerin vakti geçti. Dayanışma... günümüz borsasının değer kaybeden hisse senet­lerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kı­rık dökük yalnızlıklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız. Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil; zaman, tek başına dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır.

İşte o yüzden alışmalı yalnızlığa...
Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan... Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı... Hüzünlü bir şarkıyla paylaşı­lan gecelerde başım dayayacak bir omuz arama huylarından vazgeçmeli... Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan yalnızlığı yücelten paragraflar asmalı evin en görünür duvarlarına...
"Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşmılsa yalnızlık olmaz" dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere "şu anda size cevap verebilecek kimse yok" denmeli, "... belki de hiçbir zaman olmayacak..."
Cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...

Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı... Susmanın utancı öldürür.
O yüzden en sessiz gecelerde "doğruydu, yaptım"la teselli bulmalı insan...
Feryada komşuların yetişmemesine, soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı... Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye, kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur, ama hep kalıp savaşacakmış kadar gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...

Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı...

Can Dündar

15 Eylül 2008 Pazartesi

Bardağın yarısı boş mu? Dökün gitsin...

Geçmiş zamanda, her şeye olumsuz bakan, sürekli şikayet eden, bardağın hep boş tarafını gören bir öğrenci varmış. Bilge ona her zaman olumlu olana odaklanmasını, pozitif düşünmesini söyler, ama hiç dinletemezmiş.
Bir gün bilge onu yanına çağırmış. Bu defa söylemek yerine eline bir bardak alıp yarıya kadar suyla doldurmuş ve "Ne görüyorsun?" diye sormuş.

Öğrenci onun böyle yapmasından nefret edermiş. "Her zaman aynı şeyleri söylüyor ihtiyar bunak." diye düşünmüş ve bir daha söylemesin diye bardaktaki suyu dökmüş ve yere ters çevirip koymuş. Ardından "Artık tamamı boş bir bardak görüyorum." diye sinirli bir şekilde cevap vermiş.

Bunun üzerine bilge gülümsemiş ve coşkuyla "Mükemmel!" diye bağırmış.

Öğrenci olduğu yerde durmuş şaşkın şaşkın bakarken, bilge "Artık onu istediğin şeyle doldurabilirsin." diye devam etmiş ve bardağı düz çevirip çay ile doldurmuş.

Sonra da gülümseyerek şöyle demiş: "Görüyorsun, eğer içinde su varken çay doldursaydım, içindeki şey ne su ne de çay tadı verecekti."

Bazen bardağın dolu tarafını görmek de yetmez. Bir çıkış yolu bulamadığınızda, her şeyi bırakıp sıfırdan başlamak daha anlamlı olabilir.

TT.

21 Ağustos 2008 Perşembe

Olasılıksız

Biraz geç kalmış olsa da size okuduğum bu kitap hakkındaki düşüncelerimi açıklamak istedim. Okuduğum diğer kitaplar hakkında yazmak için vakit ayırmayı da düşünüyorum.

Olasılıksız...
Evet olasılıksız. Okuduktan sonra dediğim tek söz buydu. Böyle bir kitabın yazılabilmiş olması OLASILIKSIZ. Adam Fawer bunu başarmış.

Kitap Next adlı film gibi geleceği görebilen bir adamın yeteneklerinin üzerine yazılmış bir kitap.
Olasılıksız bulmamın sebebi ise, normal bir seyirde okurken, birden olay o kadar çok farklı bir noktaya geliyor ki, sizin dediğiniz ilk şey "Nası yani yaaaa?" oluyor. Ve geri dönüp sayfaları karıştırmaya hikayenin bu hale nasıl geldiğini anlamaya çalışıyorsunuz.

Olasılıksız hakkında söyleyeceklerim şimdilik bunlar. En kısa zamanda yazarın sonraki kitabı olan Empati'yi de okumayı düşünüyorum.

10 Temmuz 2008 Perşembe

Kral ve Eşleri

Bir zamanlar, büyük ve güçlü bir ülkeyi yöneten kralın 4 eşi varmış.

Kral en çok dördüncü eşini severmiş, bir dediğini iki etmez, her şeyin en güzelini en iyisini ona verirmiş.

Kral üçüncü eşini de çok severmiş. Bu güzelliğin bir gün kendisini terk edebileceğinden korktuğu için, onu çok kıskanır, üzerine titrermiş.

İkinci eşini de severmiş kral. Kendisine karşı her zaman iyi ve sabırlı davranan eşi, kralın ne zaman bir derdi olsa daima onun yanında bulunur sorunun çözümünde ona destek verirmiş.

Kraliçe olan birinci eşiymiş kralın. Onu en çok seven, karşılık beklemeden seven, sağlığına ve hükümranlığına en büyük katkıyı sağlayan bu eşi olmasına rağmen, kral birinci eşini sevmezmiş ve onunla hiç ilgilenmezmiş.

Bir gün kral ölümcül bir hastalığa yakalanmış. Yakında öleceğini anladığı ve öldükten sonra yapayalnız kalmaktan çok korktuğu için, eşlerinden hangisin ölüm yalnızlığını kendisi ile paylaşmak isteyebileceğini öğrenmek istemiş.

25 Mayıs 2008 Pazar

Tersten Yaşamak Lazım Hayatı

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş şeklidir. Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel hatta mükemmel olurdu.

Nasıl mı?

Cami’de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde, herkes karşınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.

Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, artık vakti gelmişti diyorlar, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar, torunlar hepsi hazır.

Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev…

Altmışlı yaşlara kadar her şey garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor. Kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.

Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve işe ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz..

Ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak işe başlıyorsunuz. Herkes karşınızda elpençe divan.

Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade… Aman ne güzel günler başlıyor…

Derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, “fazla çalıştın” diyor “artık eve dön, işi bırak, okumaya başla, harçlığın benden olsun…”

Keyfe bakar mısınız?

Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor.

Derken anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık…

Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, “evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna” diyorlar…

Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.

Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır.

Bir gün karanlık ılık ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor sıcacık yumuşacık gürültüsüz ve patırtısız bir ortamda yaşıyorsunuz.

Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.

Ve günün birinde müthiş keyifli bir orgazm ile hayatınız bitiyor.


Can Yücel

Can Dündar'dan

Henüz 18 ini yeni bitirmiştin, enerji ve umutla dolu hayata başlamaya hazırdın…

Ne oldu?

İstemediğin bir okula girdin.

İnsanları mutlu etmek, saygı kazanmak, sevilmek için…

Sevmediğin bir bölümde senelerini harcadın…

Ayaklarını sürüye sürüye gittin derslere…

Çalışmak istemedin ama yine de zorladın kendini…

Güç bela bitirdin sonunda…

Ne ailen, ne de arkadaşların görmedi yaptığın fedakarlığı…

Alkışlamadılar seni, omuzlarının üzerine çıkarmadılar, madalya takmadılar…

Enerjin çoktan tükenmeye başladı bile…

Kimse bilmez nasıl kendini feda ettiğini…

Ruhunu teslim ettiğini…

Gençliğini tükettiğini…

Şimdi iş bulman gerek…

Para kazanman, araba alman, ev alman gerek…

19 Mart 2008 Çarşamba

SQL Server Express 2005'te 4GB Denemesi

SQL Server Express'de geçenlerde 4 GB sınırını test ettim. Bir deneme veritabanı oluşturp nchar(50) veritipinde 25 sütunu olan bir tablo oluşturdum. Ve bu tabloya T-SQL döngüsüyle tam olarak 1571906 adet veri kaydettim. Bu kadar veriyi bir kerede kaydetmek mümkün değil tabiki. Veritabanının sınırları 4 GB'yi bulunca

"Could not allocate space for object 'dbo.denemeTablo' in database 'deneme' because the 'PRIMARY' filegroup is full. Create disk space by deleting unneeded files, dropping objects in the filegroup, adding additional files to the filegroup, or setting autogrowth on for existing files in the filegroup."

hatasını veriyor. Ve "Shrink Database" komutuyla veritabanını sıkıştırıp tekrar ekleme yaptım. Bu işlemi birkaç kez yaptıktan sonra kayıt sayısı en son buna ulaştı.

SQL Server Express'deki diğer kısıtları buradan öğrenebilirsiniz.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...