Bugün kendimden hiç beklemediğim bir şey yaptım. Saat 10:45 de bir kitap ve biraz para alarak evden çıktım ve köyden ilk minibüse atlayarak Ada'ya (Adapazarı) gittim. Ne yapacağımı tam kestiremiyordum, ama terminale yürürken buldum kendimi indiğimde. Sonra elimde bir Harem bileti vardı ilk otobüse ait. Otobüse bindiğimde hala nereye gideceğimi bilmiyordum. Bütün yol boyunca kitabı okudum ve sayfa kenarlarına küçük notlar aldım.
Kafamı kaldırdığımda Harem'e giriş yaptığımızı fark ettim. Acaba nereye gitsem diye düşünmeye başladım. İndiğimde Üsküdar servisinde oturuyordum. Kız Kulesi mi dedim kendi kendime. Hani o aşık olduğum, İstanbul'un Hanım Kızı, bir prensesin yılan sokmasın diye hapsedildiği kule…
Hayır o değildi. Beşiktaş vapurunda buldum kendimi öğle ezanı karşılıklı iki camiden sırayla okunurken… Tam bir gizem!… Hala merak ediyordum acaba neresi diye… Tam Beşiktaş'tan nerelere gidilir diye düşünmeye başlayacaktım ki denizin güzelliğine kapıldım, bir yanda Hanım Kızın muhteşem görüntüsü, diğer yanda kıtaları kavuşturan Boğaz Köprüsü… Saraylar, yalılar… Düşünecek hal mi kaldı bende.
İskeleye yanaştığımızda hiç düşünmeden ayaklarımı takip etmeye başladım. Onlardı beni buralara kadar getiren, onlardı peşinden hala sürükleyen… Sonra kendimi Çırağan Sarayı önünde yürürken buldum. Anlamıştım artık Ortaköy'e gidiyordum. Boğazın eşsiz manzarasını seyretmeye…
20 dakika kadar yürüdüm. Vardığımda karşılaştığım şey beni kendimden aldı, geri geldiğimde yaklaşık yarım saat geçmişti. Gidip bir kumpir aldım, oturacak bir gölge buldum ve başladım yemeye. Yediğim kumpirin tadı iğrençti ama önemli olan kumpir değildi. Önüme konan güvercinlerin çıkarttığı uğultu, sanki bana "Hoş Geldin" demeleri şahaneydi. Ama önemli olan güvercinler de değildi. Ortaköy camiinin hayret uyandıran muazzam taştan yapısı, karşımda bütün ihtişamıyla duran Boğaz Köprüsü ve Boğazın büyüleyici görüntüsü… Ama önemli olan bunlar da değildi. Önemli olan orda ya da bir başka yerde olmam da değildi…
Önemli olan… Önemli olan…
Anı yaşamak bu olsa gerek…
TT.
27 Haziran 2010 Pazar
Anı Yaşamak
Kategori/Etiket:
anı yaşamak,
carpe diem,
Hayatın İçinden,
TT
12 Nisan 2010 Pazartesi
Dünden sonra mı? Yarından Önce mi?
Yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz yaşıyoruz…
Amaçlarımızla ya da amaçsız, umutla ya da umutsuzca , sevgilerimizle ya da sevgisiz, mutlulukla ya da mutsuzca, dostlarımızla ya da dostsuz, cesaretle ya da korkuyla, kazanarak ya da kaybederek, başarılarımızla, hatalarımızla…
Yaşıyoruz…
Bir keresinde bana "Dünyaya ne için gelmişiz" diye sormuştu rastgele biri… "Yaşamak için" demiştim. Tebrik etmişti ve bir açıklama yapmıştı. Tam anlatamamıştı derdini; ama anlamıştım. "Hani her şeyini kaybeder, yolunu bulamaz, karanlıkta kalır da yine de yaşar ya insan; ama bu inançla yaşamak değil, yaşama dört elle sarılmak da değil. Yaşamak işte, yaşamak gerektiği için yaşamak." demişti.
Tamam da nerede yaşamak? Ya da ne zaman?
Dünden sonra mı? Yarından önce mi?
İkisi de aynı şey değil mi? İkisi de bugün değil mi?
Dünden sonra…
Hep dünde kalarak, yaptığımız hataları, duyduğumuz pişmanlıkları, "Keşke"'leri yaşayarak yaşamak. Belki "Ahh.."'lar için suçlamaya birilerini bulacak kadar şanslıyızdır da.
Ya da dünkü başarılarımızı her yerde gururla anlatarak, ama yenilerini yapmadan, yapmaya çalışmadan yaşamak. Çünkü yeterince haz almışızdır onlardan. Yenileri için de tek bahanemiz budur. "Görevimiz bitmiştir artık, bizden sonrakiler yapmalıdır gerisini…"
Ne gelecek için hedefler vardır artık, ne de onları yapacak kadar derman…
"Dünden sonraki gün" budur işte…
Peki yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz yaşıyoruz…
Yarından önce mi yaşamak gerek yoksa.
Yarından önce… Hep yarını düşünerek. Korkarak, telaşlanarak. Planlar, projeler yaparak. Hedefler koyarak. Çalışarak, sadece çalışarak. Geçmişten ders alarak ya da almayarak…
Yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz yaşıyoruz…
Ne fark eder ki… Ha dünden sonra, ha yarından önce…
İkisi de bizi en büyük hazinemizden ettikten sonra, bizi bugünden ettikten sonra ne fark eder…
Yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz yaşıyoruz…
TT.
Amaçlarımızla ya da amaçsız, umutla ya da umutsuzca , sevgilerimizle ya da sevgisiz, mutlulukla ya da mutsuzca, dostlarımızla ya da dostsuz, cesaretle ya da korkuyla, kazanarak ya da kaybederek, başarılarımızla, hatalarımızla…
Yaşıyoruz…
Bir keresinde bana "Dünyaya ne için gelmişiz" diye sormuştu rastgele biri… "Yaşamak için" demiştim. Tebrik etmişti ve bir açıklama yapmıştı. Tam anlatamamıştı derdini; ama anlamıştım. "Hani her şeyini kaybeder, yolunu bulamaz, karanlıkta kalır da yine de yaşar ya insan; ama bu inançla yaşamak değil, yaşama dört elle sarılmak da değil. Yaşamak işte, yaşamak gerektiği için yaşamak." demişti.
Tamam da nerede yaşamak? Ya da ne zaman?
Dünden sonra mı? Yarından önce mi?
İkisi de aynı şey değil mi? İkisi de bugün değil mi?
Dünden sonra…
Hep dünde kalarak, yaptığımız hataları, duyduğumuz pişmanlıkları, "Keşke"'leri yaşayarak yaşamak. Belki "Ahh.."'lar için suçlamaya birilerini bulacak kadar şanslıyızdır da.
Ya da dünkü başarılarımızı her yerde gururla anlatarak, ama yenilerini yapmadan, yapmaya çalışmadan yaşamak. Çünkü yeterince haz almışızdır onlardan. Yenileri için de tek bahanemiz budur. "Görevimiz bitmiştir artık, bizden sonrakiler yapmalıdır gerisini…"
Ne gelecek için hedefler vardır artık, ne de onları yapacak kadar derman…
"Dünden sonraki gün" budur işte…
Peki yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz yaşıyoruz…
Yarından önce mi yaşamak gerek yoksa.
Yarından önce… Hep yarını düşünerek. Korkarak, telaşlanarak. Planlar, projeler yaparak. Hedefler koyarak. Çalışarak, sadece çalışarak. Geçmişten ders alarak ya da almayarak…
Yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz yaşıyoruz…
Ne fark eder ki… Ha dünden sonra, ha yarından önce…
İkisi de bizi en büyük hazinemizden ettikten sonra, bizi bugünden ettikten sonra ne fark eder…
Yaşıyor muyuz? Yaşıyoruz yaşıyoruz…
TT.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)