Birinci gün yazısını buradan okuyabilirsiniz.
İkinci gün yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Üçüncü gün yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Sabah otelden çıkıp, her zamanki gibi yüzyılın açları modunda :) kahvaltımızı ettikten sonra Halfeti'ye doğru yola çıktık. Fıstık ağaçlarının arasında ilerlerken ilk ulaştığımız yer Yeni Halfeti oldu. Şimdiki adı Eski Halfeti olan bölgenin GAP Projesi ile birlikte Fırat'ın derin suları altında kalmasından dolayı bütün halk yenisine taşınmış. Eski Halfeti'nin turizme açılmasıyla da orada kalan az sayıda aile kendi teknelerini almış ve bütün geçimlerini turizm ve balıkçılık ile sağlıyormuş.
Eski Halfeti'ye vardığımızda ilk fark ettiğimiz şey eskisinin tarihi dokusunun yenisine aktarılamadığı oldu. Yenisinin biraz gecekondu mahallesi gibi havası varken, eski yerleşimler çok daha iyi yapılanmış ve tarihi taş evleriyle muhteşem bir görüntüsü var. Sahil yolu çok kalabalık olduğu için arabamızı girişteki otoparka çektik ve daha önceden telefonla yer ayırttığımız bir tekneye doğru yürüdük.
Şöyle birkaç fon müziği ile kendimizi orada hissedelim :)
Urfa ve Antep türküleri eşliğinde Fırat'ın mavi sularına açıldıktan sonra, eşsiz manzarada biraz ilerleyince kesme taşlarla yapılmış Rumkale karşımıza çıktı. O çağlarda nasıl yapılabilmiş olduğuna şaşırdığımız kalede, kayanın nerede bittiği, insan eserinin nerede başladığı ayırt edilemeyecek kadar güç. İnsan gerçekten hayret ediyor :) Tekne ilerlerken hissettiğimiz yeşilin ve mavinin muhteşem kokusu bütün bedenimizi kapladı. Tamamı sular altında kalan köye ulaştığımızda televizyonda da gördüğümüz, her gidenin büyük bir heyecanla anlattığı caminin minaresini ve diğer evleri gördük. Bir yandan hayranlık duyarken, diğer yandan da suların altında kalan bir tarihin ve hayatın üzüntüsünü duyduk. Sonradan öğrendiğimize göre kullanılmayan evlerin damları yaz gecelerinde yıldızlı otel olarak kiralanabiliyormuş. Sırayla gelen diğer teknelerden dolayı yoğunluk olmaması için bekleme yapmadan, biraz yavaşlayarak fotoğraflarımızı çektik ve geri döndük.
Tekneden indiğimizde bulunduğumuz taraftaki caminin de etrafında gezip içine şöyle bir göz atalım dedik. İçeri girdiğimizde yerlerin cam kırıkları ve pislik içinde olması, kapısından sanki kaçak bir şekilde girilmesi dikkatimizden kaçmadı. İç kısmın temizlenip düzenlenmesi ve turistlere açılması çok daha iyi olacaktır. Camiden çıkınca hemen karşıda görünen asma yaya köprüsüne doğru gittik. Köprü yanındaki tabelada yazana göre aynı anda sadece 10 kişinin geçmesine izin veriliyormuş. Köprünün her iki tarafında bulunan görevlilerin ellerinde birer telsiz olduğunu ve sırayla insanları yollamak üzere haberleştiğini düşündüğüm sırada "Gondeeeerrrr" sesini duyduk :) Bu kalabalıkta sıranın gelmesi uzun süreceği için karşıya geçmekten vazgeçip geri döndük.
Arabaya doğru giderken girdiğimiz bir hediyelik eşya dükkanında siyah gül şeklindeki eşyalar oldukça ilgimizi çekti. İlk başta neden olduğunu anlamadım ama sonra Halfeti'nin dünyada Siyah Gül yetişen birkaç yerden biri olduğunu her zamanki gibi google'den öğrendim.
Burada biraz daha oyalandıktan sonra Gaziantep'e doğru yola çıktık. Merkeze vardığımızda arabamızı, tarihi camileri aratmayan Gaziantep Ulu Camii yakınına park ettikten sonra ilk durağımız Dürümcü Fiko oldu. Pide arasında nohut ve patates kızartmasıyla birlikte oldukça doyurucu ve bir o kadar da ucuz olan Nohut Dürüm, tam bir öğrenci yemeği diyebilirim :) Güya bunu atıştırmalık olarak yiyip akşam yola çıkmadan önce de kebap yiyecektik. Yer kalmadı ki neremize yiyelim :)
Dürümcüden çıktıktan sonra Ulu Camii çevresindeki parkta biraz dolaşıp yediklerimizi sindirmeye çalıştık. Daha sonra ünlü Tahmis Kahvesi'nde Menengic Kahvesi içmeye gittik. Bu kahveyi bir türlü sevemedim, bence hakiki Türk Kahvesi gibisi yok, grubumuzdaki bir arkadaşa göre de Americano gibisi yok :) Kahvelerimizi yudumlarken mehter marşlarıyla içeri giren çalgı çengi takımı sırayla masaları gezip bahşiş toplamaya başladı. Bizim masaya geldiklerinde kulağımın dibine kadar giren kemancıdan 5 lira vermeden kurtulamadım. Adamlar geleceği yeri nasıl da biliyor :)
Kahvelerimizi bittikten sonra Almacı Pazarı, Bakırcılar Çarşısı ve diğer yerlerde de dolaşıp hediyelik eşya dükkanlarına baktık. Daha sonra midemizde kalan son boşluğu da kapatmak üzere uğramadan geçmeyin dedikleri Katmerci Zekeriya'ya uğradık. Üç farklı yerde yediğimiz katmerden en güzeli buradakiydi ama yine de sevdiğim tatlılar arasına giremediğini söyleyebilirim.
Ve sonunda dört günlük kültür ve lezzet turumuzu tamamlayıp İstanbul'a geri dönmek üzere Gaziantep Havaalanına doğru yola çıktık.
Dört günün özeti olarak diyeceğim tek şey var: "İyi yedik" :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder