Birinci gün yazısını buradan okuyabilirsiniz.
İkinci gün yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Dördüncü gün yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Önce fon müziği :)
Vaktimiz az, gezecek yerimiz çok olduğu için sabah kalktığımız gibi kahvaltı bile yapmadan Peygamberler Şehri Şanlıurfa'ya doğru yola koyulduk.
Yolda giderken önce Fırat Nehri üzerindeki köprüde durup nehrin berrak sularının fotoğraflarını çektik ve daha sonra oyalanmadan Atatürk Barajı'nın seyir terasına çıktık.
Kapladığı yer bakımından dünyanın en büyük barajları arasında bulunan Atatürk Barajı ihtişamıyla gözlerimizi kamaştırdı. Baraj inşaatında çalışırken hayatını kaybeden işçiler için seyir terasına dikilmiş olan anıt da dikkatlerimizden kaçmadı tabi ki. Barajın ve anıtın fotoğraflarını çektikten sonra yolumuza devam ettik.
Şanlıurfa merkeze geldiğimizde gördüğümüz şehir manzarası hepimizi şaşırttı. Açıkçası bu kadar büyük ve güzel bir şehir yapılanması beklemiyorduk. Çok acıktığımız için hemen bir kahvaltı salonuna girdik. Kahvaltıda yediğimiz bal, kaymak ve diğerleri o kadar güzeldi ki, buralarda marketlerden aldığımız işlenmiş gıdalara kesinlikle benzemeyen tadına hayran kaldık. Oldukça iyi bir hesapla tıka basa doyduktan sonra şehir içindeki yakın olan yerlere yürümeye başladık. Daha dün eksi bilmem kaç derece soğukta karlar altında donarken, bugün 30 derece sıcakta güneş kremi alıp yüzümüze sürmek zorunda kaldık :) Dört gün içinde adeta dört mevsimi birden yaşamış olduk.
İlk durağımız olan Şanlıurfa Ulu Camii, başlarda bir sinagog iken kiliseye dönüştürülmüş ve daha sonra Selçuklular Dönemi'nde yıkılınca da yerine cami yaptırılmış. Kiliseden kalma çan kulesi de halen minare ve aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi olarak kullanılmaktaymış. Cami avlusunu gezerken yanında bulunan mezarlık kısmının kapısından 30-40 kedinin üzerime atlamasıyla yaşadığım küçük korkudan sonra :) gezimize kaldığımız yerden devam ettik.
Araç trafiğine kapatılmış yürüyüş yolundan geçerken yol ortasında koşuşturan çocuklara, yandaki dükkanların birinden çıkan esnaf abinin urfa ağzıyla "Lo ben siye ne dirim siz hala aynı pohu yirsiz.." demesiyle içimizden gelen gülümsemeyi saklamadan Balıklı Göl'e doğru yürüdük.
Nemrut'un, Şanlıurfa Kalesi'nden mancınıklarla ateşe attırdığı Hz. İbrahim'in düştüğü yer olarak bilinen gölün hikayesi ise burada anlatılıyor. Göl ve çevresinin fotoğraflarını çektikten sonra Hz. İbrahim'in doğduğu mağarayı ziyaret etmeyi de ihmal etmedik.
Mağarayı ziyaret ederken müthiş bir kalabalık vardı, özellikle bayanların bölümünde adım atacak yer yoktu. Açıkçası insanların davranışlarını seyrederken üzüldüğümü de söyleyebilirim; mağara duvarlarına yüz sürenler, dilek tutanlar, adak adayanlar, daha neler neler... Keşke Hz. İbrahim'in putları neden yıktığını layıkıyla anlayabilsek.
Mağara ziyaretimizden sonra, rivayetlere göre Hz. İbrahim'e aşık olan Nemrut'un kızının, İbrahim'in ardından ateşe atlamasıyla oluşmuş Ayn Zeliha Gölü'ne geçtik. Diğerinden farklı olarak bunun içerisinde bir fıskiye bulunuyor.
Ayn Zeliha Gölü'nün karşısındaki çay bahçesinde kaçak çayın verdiği buruk tatla çaylarımızı yudumlarken de, İstanbul'daki "Abi bi lira versene be abi, bi lira be abi." çocuklarının aksine "Abi bi şarkı söyliyim mi be abi, abi nolur be abi" diyerek harçlıklarını çıkarmaya ve belki de birileri tarafından fark edilip ünlü olmaya çalışan çocuklardan, en sonunda birer lira vererek kurtulduk :)
Biraz dinlendikten sonra günümüze az bir kısmının ulaşmış olduğu Şanlıurfa Kalesi'ne çıkıp şehrin panaromik fotoğraflarını çektik. Kale üstünden bakınca bir tarafta eski yapıların olduğu "Eski Urfa" diğer tarafta da yeni yapıların olduğu "Yeni Urfa" adı henüz konmamış olarak gözümüze çarptı. Aşağı indikten sonra çift mağara'yı da görelim diye kalenin diğer tarafından tekrar yukarı tırmandık. Turistik bir yer beklerken, mağaraların cafe olarak kullanıldığını görünce hayal kırıklığına uğramadık desem yalan olur. Burada da biraz soluklandıktan sonra bir sonraki hedefimize doğru harekete geçtik.
Yaklaşık 45 dakikalık yoldan sonra ulaştığımız Göbeklitepe'de gezerken, buranın dünyanın bilinen en eski mabedi olduğunu öğrendik. İngilizlerin uzaylılar yaptı diyerek böbürlendiği Stonehenge'den 7000 yıl, Mısır Piramitleri'nden 7500 yıl önce kurulmuş. Bölgede yapılan kazılar sonucunda ortaya çıkan eşsiz yapılar UNESCO tarafından Dünya Mirasları Listesine aday gösterilmiş. Ayrıca ünlü Alman arkeolog Klaus Schmidt tarafından yazılmış bir kitabı da bulunmakta.
Göbeklitepe gezimizi de tamamlayıp eşyalarımızı yerleştirmek üzere otelimize gittik.
Otelimizde biraz dinlendikten sonra, daha önceden yer ayırttığımız bir mekanda sıra gecesine katıldık.
Sıra gecesine doğru giderken fon müziğimiz :)
Gece çok eğlenceliydi ama bizle birlikte, düzenli müşterileri olduğunu düşündüğüm, oldukça kalabalık bir tur grubu da olduğu için biz biraz ikinci planda kaldık. Önümüzde görüşümüzü engelleyen bir direk arkamızda da kulaklarımızı ağrıtan çalgıcılar vardı. Kafamız şişse de güzel bir gece geçirdiğimizi söyleyebilirim. Yöresel türkülerle başladığımız gecenin sonuna doğru Ankara'nın Bağları türküsünün çalmasıyla birlikte ayaklanıp oynaya oynaya :) dışarı kaçtık ve sabah erkenden Gaziantep'e gitmek üzere otelimize döndük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder