Birinci gün yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Üçüncü gün yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Dördüncü gün yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Önce bir fon müziği vereyim de kendinizi Nemrut yolunda hissedin :)
24 Nisan sabahı Saat 3 gibi uyandıktan sonra sıkı sıkı giyinip, battaniyelerimizi de alıp Nemrut Dağı'nda güneşin doğuşunu izlemek üzere düştük yollara.
Yarı uykulu vaziyette 50 km yol gittikten sonra dağ yolu üzerindeki bir yerde durup çaylarımızı içtik. Bu sırada yolun kar dolayısıyla kapalı olduğu haberi geldi. Bir anda bütün hayallerimiz yıkılır gibi oldu. Daha sonradan bizden önceki akşam 97 kişinin dağda mahsur kalıp kurtarma ekiplerinin geldiğini öğrendik. Belki biraz da şanslıydık, dağda mahsur kalanlar biz olabilirdik.
Tur rehberimiz bizi ikna edebilmek için aracımızı yolun kapandığı yere kadar sürdü, bu arada hava da aydınlandığından gün doğuşunu izleme fırsatı zaten uçup gitmişti. Gidebileceğimiz yere kadar gittik ama sonunda geri dönmek zorunda kaldık. Rehberimiz çok üzüldüğümüzü görünce öğleden sonra bir daha deneme sözü verdi ve turdaki kalan kısımları gezmek için geri döndük.
İlk durağımız Selçuk Köprüsü ve hemen ardındaki tepede kurulmuş Kahta Kalesi. Dağların arasındaki kanyona yapılmış tarihi köprüde inip fotoğraflarımızı çektik, ama hava çok soğuk olduğu için fazla dolaşamadık. Kalenin dibindeki küçük köye çıktığımızda hava biraz daha güzeldi. Yukarı çıkmadan kalenin birkaç fotoğrafını çekip orada pansiyon olarak kullanılan küçük küçük bir evde birer Menengiç Kahvesi içerek içimizi ısıttık.
Bir sonraki durağımız Cendere Köprüsü. Köprü birkaç sene öncesine kadar, hala kullanılmakta olan dünyadaki en eski köprü unvanına sahipmiş. Bugün ise koruma altında ve üzerinden araç geçişine izin verilmiyor.
Üzerinde bulunan yazıtta, Roma İmparatorları'ndan biri olan Septimius Severus tarafından kendisi, karısı ve çocukları adına birer sütun olmak üzere toplam 4 sütunlu olarak yaptırıldığı anlatılıyormuş. Ancak oğullarından biri kardeşini öldürüp dünyada ona ait olan her şeyi yok ettiği için sütunlardan biri bugün bulunmuyormuş. Hayırsız evlat köprüdeki bütün simetriyi bozmuş :)
Birkaç fotoğraf çektikten sonra da önce Karakuş Tümülüsü'ne gittik daha sonra da Atatürk Barajı'nın Adıyaman tarafında dolaştık. Buraları gezerken de Kommagene'nin aslında etsiz çiğ köfte olmadığını :) milattan önce kurulmuş bir krallık olduğunu öğrendik.
Otelimize dönüp kahvaltı ettikten sonra öğleden sonra tekrar gelmek üzere Adıyaman merkeze doğru hareket ettik. Merkeze yakın olan Perre (Pirin) Antik Kenti'ni ve Kaya Mezarları'nı dolaşırken Adıyaman efsaneleri'ni okuduk. Bu sırada nereden geldiklerini anlamadığımız 2-3 çocuk bizim turist olduğumuzu görüp rehberlik yapmak ve üç beş lira harçlık çıkarmak için yanımıza geldiler. Google'dan bulup okuduklarımızın yanısıra, burda çalışmış olan arkeologlardan öğrendiklerini ve henüz küçülmemiş hayalgüçleriyle kendi uydurduklarını :) anlatmaya başladılar. Ellerine biraz para sıkıştırdıktan sonra merkeze giderek Beko Kebap'ta yemeğimizi yedik ve Kahta'daki otelimize doğru yola koyulduk.
İkinci deneme öncesi yine dilimize dolanan bir fon müziği ile devam edelim.
Otele vardığımızda tur minibüsünü ve rehberimizi beklerken hediyelik eşyalara şöyle bir göz gezdirdik. Bu sırada tadına doyamadığım Adaçayı ikram ettiler. Çaylarımızı içtikten sonra tekrar Nemrut'a doğru yola çıktık. Yol üstünde bulunan ve günümüze çok az bir parçasının ulaştığı Arsemia Antik kentinde dolaştık. Yolda giderken Güneydoğu aksanıyla hikayeler anlatıp enteresan bilmeceler soran rehberimiz ile eğlendik ve bilgilendik :) Arada bir yerde durup Nemrut Dağı'nın birkaç fotoğrafını çekmeye çalıştık. Çalıştık diyorum çünkü bırakın fotoğraf çekmeyi, ayakta durmayı bile zorlaştıran bir rüzgara karşı mücadele vermek zorundaydık.
Araçla gidilebilen son noktada indiğimizde sert rüzgar ve dondurucu soğuk devam ediyordu. Allah'ım bu ne soğuk, hayatta öyle bir soğuk görmemişiz. Biz heykellere çıkan yola doğru ilerlerken, pes edip geri dönenler: "Gitmeyin, niceleri gitti geri dönmediler, donar kalırsınız :)" diye bizi vazgeçirmeye çalıştılar.
Merdivenlere ulaştığımızda rüzgar daha da hızlanmıştı. Soğuk havadan çok, rüzgarın yerdeki donmuş kar kristallerini alıp yüzümüze çalması ilerlemeyi imkansızlaştırıyordu. Aklıma ilk gelen Yüzüklerin Efendisi'nde dağlardan geçmeye çalıştıkları şu kısım oldu :) Sonunda dayanamayıp biz de pes ettik ve bir yaz gününde tekrar denemek üzere geri döndük.
Bizim için ekstra ücret almadan ikinci kez Nemrut'a çıkmayı deneyen rehberimize ve ellerinden geldiğince bizi ağırlamaya çalışan Nemrut Komagene Otel'e teşekkür edip ayrıldık. Adettendir diye orada bulunan bir Komagene şubesinden de tadımlık çiğ köfte alarak yolda yemeyi ihmal etmedik :)
Merkeze vardığımızda yeterince acıktığımızı fark ederek günü kebapsız kapatmamak için :) tavsiye edilenler arasında bulunan İskender 85'de akşam yemeğimizi yedik. Yemekten sonra beklediğimizden çok daha güzel bulduğumuz ve bir o kadar da güzel karşılandığımız o akşamki otelimize (Samos Hotel) geçtik. Anadolu insanının içtenliği bizi burada da buldu: "Aaa valla olmaz, bu akşam bizdesiniz, sabaha da kahvaltı etmeden bırakmayız, yoksa darılırız." :)
Bir önceki akşam yeterince dinlenemediğimiz için, sabah erkenden Şanlıurfa'ya doğru yola çıkmak üzere hemen odalarımıza çekildik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder